Kutsal kase Çemberlitaş'ın altında mı?

İsa'nın kanını taşıdığına inanılan Kutsal Kase'yi Çemberlitaş'ın altında arayanlardan, İstanbul'un altından akan gizemli nehre kadar bir Şehr-i İstanbul macerası...

takvim.com.tr takvim.com.tr
Kaynak GAZETE
Giriş Tarihi :03 Ekim 2010
Kutsal kase Çemberlitaş’ın altında mı?

İÇİNDEKİLER

Biraz soluklanıp İstanbul'daki casuslar alemine kısa bir ara verelim. Konuşacak o kadar çok şey var ki bu Şehr-i İstanbul üzerinde... Bu Pazar günü biraz hafifleyelim ve kentin fantastik yanlarında dolaşalım istersen...
Dinle o zaman... İstanbul'da malum değişik enerji merkezleri vardır. Bunlardan biri de Karaköy'de Tesbih Cami diye bilinen caminin avlusu. Orası o kadar sessiz bir yerdir ki inanamazsın. Beşiktaş'tan Ortaköy'e giderken de bir Yahya Efendi Kabristanı var mesela. Orada da kabrin bulunduğu bölgede çıt çıkmaz, hiç ses yoktur. Sanki şehrin bütün gürültüsünden arınmış gibidir. Onca gürültünün içinde, son derece olağan dışı sessizliği olan yerler bunlar. Buraları aslında uzaydaki radyo dalgalarının kesişip, yansıdığı yerlerdir.

Hay Allah'ım ben de sana döndüm; yani radyo dalgaları dediğimiz enerji dalgaları, gökyüzünde bir noktada bir araya geliyor!
Aynen öyle oluyor. Ve bunlar garip bir şekilde yeryüzündeki belirli noktalara yansıyor. Bir de insanın üzerine enerji yansıyan yerler vardır.
Mesela Yerebatan Sarayı böyledir. İçeri girince en dip bölmede bir Medusa heykeli var, ters olarak konmuş. O Medusa'ya vücudunu dayadığında resmen sallanmaya başlarsın.

Sen denedin mi bunu?
Evet... Çok büyük bir taş heykel... Yaslanınca titriyorsun.
Ters konmasının sebebi?
Bizans döneminde orayı kötü enerji merkezi olarak görmüşler ve o kötü enerjiyi kesmek için - Medusa kötülüğün temsilcisi malum- heykeli ters olarak koymuşlar. Bir çeşit tıkaç gibi düşün.

Peki bilimsel açıdan, insanın titremesinin başka bir izahı olamaz mı? Olabilir. Büyük bir ihtimalle toprağının çok derinlerinde ya bir volkanik titreşim var ya da başka bir olay. Ben jeofizikçi değilim.

Ama sen taşı tutup titredin... Sadece ben değil, her deneyene aynı etkiyi yaptı.
Burası önemli. 1960'lı yıllarda benim de şahit olduğum bir olay var. Bir zamanlar İngiltere'nin en eski kült grubu olan Durid'ler gelirdi İstanbul'a.
Durid, bir inanç sistemi; rahibeleri ve rahipleri var.
İskoçya'daki yere dikilmiş taşlar var ya, Durid'ler onların bekçileri ve o tapınakların sahipleri.
Günümüzde bunlar bir tarikat. Bu tarikatın başı da resmen İngiltere Kraliçesi. Onun resmi sıfatlarından biri de Durid'lerin baş rahibesi olması. Bu Durid'ler İstanbul'a Yerebatan Sarayı'na gelir, arka tarafta Medusa taşının bulunduğu suyun içinde ayin yaparlardı. 1967 yılında ben de oradaydım. Üzerlerinde harmani gibi giysiler, boyunlarında Durid sembolü olan dallarla ayin yapılırdı.

Gelelim İstanbul'un başka gizemlerine... İstanbul Boğazı aslında bu konularda son derece ilginç bir yerdir. Bir de Geomancia var. Bunun coğrafyadan farkı şurada... Bu işin ustaları diyorlar ki, 'Doğa bize nehirler, dağlar, ovalar aracılığı ile çok şey anlatır ama biz bunları anlamıyoruz.
Mesela bu nehir neden bu yönden gidiyor da diğer yana gitmiyor? Oysa diğer yönden gidebilmesi için daha iyi şartlar mevcut. Veya bu dağların yönü neden batıya doğru değil de şu yönde? Bunların bize vermek istedikleri bir mesaj var' diye düşünmüşler. Ve bunun üzerine Geomancia'ye dayanan bir yorumlama tarzı çıkarmışlar ortaya. Ve bu gerekçeyle dünyanın çeşitli yerlerini dolaşmışlar...

Ve İstanbul Boğazı'nı kestirmişler gözlerine... Evet aynen öyle olmuş. Boğaz'ın gökyüzünde bir yansıması olduğunu fark etmişler. Bunu aslında bizler de hissederiz zaman zaman. Ama gündelik hayatta farkına varamayız tam anlamıyla. Mesela İstanbul'da karşı tarafa yağmur yağarken, burası günlük güneşlik olur. Burada kar yağar, öbür tarafta hava açıktır. Boğaz'ın üzerinde atmosfere dayalı bir değişim alanı var.

İSTANBUL'DAKİ ŞANSLI KİŞİLER
Bu iddianın elle tutulur kanıtları var mıdır? Bundan 3 sene önce İstanbul Boğazı'nın gökyüzüne vurmasının çok yoğunlaştığı bir dönemdi, Geomantristler İstanbul'a geldiler. Ve şehrin köklü aileleri ile görüşmeler yaptılar. Ellerinde, telden yapılmış küçük bir spiral ve üzerine konmuş minik bir pırlanta olan takılar vardı. Dediler ki, "Bunu bir yıl süreyle üstünüzden çıkarmayın, bütün işleriniz çok iyi gidecektir.
Bununla yukarısı ile yaratıcı fikir alıverişinde bulunabilirsiniz!" Bizimkiler de taktılar...

İşleri iyi gitti mi bari? Evet, o insanlar gerçekten de son derece değişik ve güzel bir yıl yaşadılar.
Karşılarına çıkan tüm sorunları çözdüler. Ruhsal olarak da çok iyi bir sene geçirdiler.

Bana Ticaret Odası defterlerini karıştırtma, söyle kim bu aileler? Eski, köklü İstanbul aileleri demekle yetineceğim. Zaten bu işleri bilenler, seçkin insanlar oluyorlar. Herhangi birilerine Geomancia desen... Bana söylesen dalga geçerim mesela... Onun için sana gelmemişler işte...

Peki sen inanıyor musun? Ben inanabilirim çünkü kozmik ve atmosferik yapılar, insanların üzerinde çok etki yapabiliyor. Hava her gün kapalı olsa, mesela ben İskoçya'da oturuyorum, hava her gün kapalı, basıyor insana. Demek ki hava durumu bile atmosferik şartlarda insanın ruhsal dengesini etkiliyor.
Peki neden Boğaz? Boğaz'ın kıvrımları ve gökyüzüne bunun yansıması bir atmosferik yapı oluşturuyormuş. Bir tür manyetik alan. Bu tel ve pırlanta aracılığı ile o manyetik alanla temas kurulabildiği için, kendini çok daha enerjik hissediyorsun ki bu olmayacak bir şey değil. Mesela yıldırım düşüyor, paratoneri koyuyorsun, elektrik toprağa geçiyor. Amerikalı Geomantistler'e göre, dünyanın en önemli Geomancia merkezlerinden biri kesinlikle İstanbul Boğazı.

Artık inelim mi yer altına? Boğaz semalarında başım döndü.

İnelim, çünkü orası daha ilginç. Eski İstanbul diye konuştuğumuz bölgeler, Sultanahmet, Çemberlitaş, Eyüp ve Haliç gibi yerler. Ayasofya mesela. Altında bir sürü tüneller, dehlizler var ama bunlar çok biliniyor, anlatmaya gerek yok. Asıl Çemberlitaş'tan Eyüp taraflarına kadar inen bir akarsu var yerin altında, ondan söz etmek gerekir.

Gözünle görmüş gibisin! Gördüm ama ben sonuna kadar gitmedim. 1979 senesiydi dehlize girdiğimde ve iki yüz metre kadar ilerleyebildim. Tamamını yürüyemedim.
Oranın en ilgi çekici tarafı, dünyanın en mikroplu yeri olması. Çok gaz birikmiş, böcekler ve hayvan leşleri var. Özel yapım elbiseyle girilmesi gerekiyor. Bu mağaralar kendiliğinden, doğal olarak oluşmuş. Bunlara 'baia' deniliyor.

Girişin yaklaşık 20-30 metrelik bölümü muhtemelen Roma imparatorluğu döneminde yapılmış, muntazam taşlarla kaplanmış. Dehliz bir süre sonra doğal haline dönüyor ve mağara görüntüsünde gidiyor. Burada salon gibi bir bölüm var, taşlardan oyulmuş ve 12 adet koltuk gibi yer yapmışlar. Ortası boş. Bir evin salonuna 12 koltuk yerleştirilmiş gibi düşün. Yapılan sembolik olarak çok önemli. Neden koltuk şeklinde yapılmış, neden 12 adet? Neden orantılı olarak konmuş? Bilerek yapılmış bir ritüel yeri.
Ne ritüeli olabilir?
Bir çok efsanenin... Mesela King Arthur ve 12 Yuvarlak Masa Şövalyeleri'nin ortaya çıkmasına sebep olan olay! Muhtemeldir ki onlar bu yapı tarzlarından türemiş. Belki de dünyanın başka yerlerinde de vardır onu bilmiyorum. 1979 yılı için konuşuyorum ben. Sonra kırıp yıktılarsa onu bilemem. Bütün bu oturma gruplarının yanında ise o akan su var. Bu salon o suyun kenarına yapılmış yani. Su Eyüp'e kadar iniyor, sonra denize karışıyor.

Bu yapılanmanın İstanbul sınırları içinde olmasının bir nedeni olmalı! Elbette var. Latin dönemlerine ait şiirlerdeki efsaneler, olayları açıklamak açısından çok önemlidir, kaynağının İstanbul'da olması bakımından özellikle. Ünlü şair Virjin'in bir eseri vardır. Orada şunu anlatır. Bir mağara var, orada bir salonda 12 kişilik oturacak yerler bulunmakta. Bir nehir var, nehrin kenarında bir sandalcı var. Sandalcı oradan insanı karşıya geçiriyor. Karşıda bir sunak mevcut. Sembolik olarak bu nehirden karşıya geçip dönmek, cehenneme gidiş ve dönüş. Yani ölüp yeniden diriliyorsun. Nehri geçip sandalcı seni geri getirirse getiriyor, getirmiyorsa orada kalıp ölüyorsun. Bu sembolik olarak Hıristiyanlıktaki vaftiz olayı ve yeniden doğmak, yani reenkarnasyon gibi fikirlerin ortaya çıkmasına neden oluyor. Sembolik olarak ölüyorsun ve tekrar geri geliyorsun.

Ölüp yeniden dirilmek! Ortaçağdaki şövalyelerin filmlerde izlediğimiz en afili cümlesi... Zaten şövalyeler tarikatlarının aslı da budur. İşte o ölümden geri geldiğin taktirde, şövalye olabiliyorsun. Çemberlitaş'ta toprağın altındaki akarsuda da böyle bir benzerlik var. Bir salon, 12 koltuk gibi yontulmuş taş. Bir su akıyor ama tabii sandal ve sandalcı yok. Şair belki görmüştür orayı ve böyle bir ilham almıştır.

Çemberlitaş'la ilgili başka iddialar da var bildiğim kadarıyla...
Evet bu günlerde ortaya atılan bir iddia var. Konstantin'in annesinin bulduğu söylenen İsa'ya ait haç, çiviler ve kutsal kase efsanesi. Kadının getirip Çemberlitaş'ın altına gömdüğü söyleniyor.
Tabii bunların hepsi masal. Konstantin'in kendisi bile doğru dürüst Hıristiyan olmuş değildi ki, nerede kaldı annesi? Konstantin siyaseten Hıristiyanlığı kabul ediyor. Annesini Kudüs'e gönderiyor, İsa'nın mezarını bulması için. Anne de gidiyor. İşe bak ki gittiği gün toprağı kazarken İsa'nın haçını ve çivilerini buluveriyor! Bunlar külliyen yalan. Aradan 327 sene geçmiş, ondan sonra Konstantin'in validesi İsa'nın mezarını ve çivilerini bulmuş! Yetmemiş onlar da getirilmiş Çemberlitaş'ın altına gömülmüş!

Hafif dalga geçiyorsun gibi...
Geçerim elbet. Bir kere şundan imkansız. İsa'nın haça gerildiği yıllarda, insanları avuçlarından haça çivilemiyorlar. Kollarından bağlanıyordu.
Eee biz gözlerimizle gördük, filmlerde İsa'yı çiviliyorlar. Avuçlarından oluk oluk kan akıyor! Onların hepsi palavra. Ortada arkeoloji biliminin ispat ettiği bilgiler var. Tarihe göre, o dönemde Yahudi geleneklerinden çivilenme diye bir şey yok. İsa da Yahudi neticede. Haça gerip öldürme çok yaygın ama sadece hırsızlar için. Adi suçlular çarmıhta öldürülüyor. İsa, 'Yahudiler'in kralıyım' dediği için haça geriliyor. Zaten boynuna da 'Yahudilerin kralı' diye yazıyorlar. Tabii bütün bunlar İsa diye biri yaşadıysa geçerli. Bir de İsa'nın hiç yaşamadığı tezi var.

Sana inanırsak çoğu uydurma yani! Hepsi uydurma. Çünkü dinlerde mecbursun böyle absürd olaylar, mucizeler anlatmaya. İnsanlar dine irrasyonel, yani mantık dışı olduğu için bağlanıyorlar. Mantıklı bir olay olursa zaten var olan bir şeyin önemi olabilir mi? Ama ötekisi işi esrarengiz yapıyor. Onun için tek tanrılı dinler mantıkla izah edilemez. Ve der ki, 'Benim zaten mantığa ihtiyacım yok!' Bu arada M.Ö. 120 yıllarında yaşamış olan ünlü bir filozof var. Çok zengin çok yakışıklı bir adam. Roma'nın yarısı onun. İsmi Tertullian. Diyorlar ki, "Ey Tertullian, Roma'nın en yakışıklı en zengin adamı sensin, en ünlü filozofsun, nasıl olur da böyle abuk subuk bir şeye, Hıristiyanlığa bağlanırsın?" O zaman Hıristiyan yani Christian demek, meczup demek.
Meczup gözüyle görüyorlar Hıristiyanları. İlginçtir, bunlara ateist diyorlar. Çünkü diğerlerinin tanrılarını kabul etmiyorlar. "Bunlar tanrı tanımaz" diyorlar.

Tertullian'ın cevabını merak eder şimdi okuyucu? Adamın yanıtı şu; "Credo quia absurdum est!"
Yani "Zırva olduğunu biliyorum ama canım inanmak istiyor!" Bu laf bugün bile kullanılıyor. "Saçma ama inanmak istiyorum var mı diyeceğin?" Tabii bunu kelle koltukta söylüyor. İsa bakireden doğdu, suyun üstünde yürüdü gibi masallar gırla... Dolayısıyla Çemberlitaş'ın altında, kimse gidip çiviymiş, İsa'nın haçıymış, kanının olduğu kutsal kaseymiş diye bir şeyler aramasın. Zaten kutsal kase diye de bir şey yok. Sembolik bir olay.