Şimdi kaldığımız yerden devam edelim ve bu satırların yazarının, Asil Nadir ile ilk karşılaştığı geceye dönelim.
Bakalım neler olmuş?
Yüksek duvarlarla çevrili uçsuz bucaksız gibi görünen bahçeye girdiğimiz zaman güneş batmak üzereydi. Köşke doğru kıvrılarak giden yolun iki yanına şık, gümüş şamdanlar içinde mumlar yerleştirilmişti. Köşkün kapısına geldiğimizde Asil Nadir karşıladı bizi.
Yanında da eşi Ayşegül Nadir. Elimi sıkan güzel kadının gülümseyen yüzüne baktım. Bu ikisi için bir süre önce Nokta'da hazmedilmesi güç bir kapak yapan biz değil miydik?
Bir önceki yazıdan hatırlarsınız, Nokta'nın o haftaki kapağında kocaman puntolarla Alaturka Dallas yazmış, fotomontajlı bir de fotoğraf koymuştuk kapağa.
Asil bey JR olmuştu, Ayşegül Hanım da Sue Ellen… İçeride ise, Nadir'in serveti, şirketlerinin nasıl büyüdüğünün yanı sıra Dallas dizisini aratmayan aile ilişkileri de anlatılıyordu. Doğal olarak avukatları hemen dava açmıştı. Ama Kıbrıs'ta. Kıbrıs onun avucunun için gibi bir yerdi. Adil Özkol'un bu konuda Nadir'in avukatları ile yaptığı konuşma çok ilginç olmuştu. "Onlar Türk mahkemelerine güvenmiyorlar mıydı yoksa? Neden Kıbrıs'ta dava açıyorlardı ki? Bu konuyu Nokta'da gündeme getirmemiz pek hoş karşılanmazdı herhalde!" Bu açık blöften sonra avukatlar davayı geri almışlardı. Ama Asil Nadir de Nokta'yı aldı. Ve ben şimdi derginin genel yayın yönetmeni olarak JR ve Sue Ellen ile el sıkışıyordum. Ama zarif bir adamdı, yeni patronumuz bu konuyu hiçbir zaman gündeme getirmedi.
Benim o geceden aklımda kalan tek şey, Asil Nadir'in rugan ayakkabılarının bastığı yarı ıslak çimlerin üzerinde hala nasıl böyle pırıl pırıl kalabildiği oldu?
Bu ne biçim ayakkabıydı, veya bu ne biçim patrondu? 'ÖZAL,
ZEYNEP'İ NADİR'LE BAŞGÖZ ETMEK İSTİYORDU'
Asil Nadir'in, Türkiye'de medyaya girişindeki başka bir izlenim de, "Bu adamın gazete satın almaya doymayacakmış gibi görünmesiydi!"
Acaba sırada hangi gazete vardı? Türk medyasında dedikodular almış yürümüştü. Nadir, sınırsız servetiyle durmak bilmiyordu. Günaydın da bu arada müthiş bir promosyon hamlesi başlatmıştı. Günde otuz otomobil dağıtıyorlardı ki, bu hiçbir basın patronunun altına girebileceği bir yük değildi.
Asil Nadir'in Başbakan Turgut Özal ile yakınlığı da gözlerden kaçmıyor, hatta 'Zeynep Özal'ı onunla baş göz etmek istediği' konuşuluyordu. (Ayşegül Nadir'e ne olacak diye sorarsanız o günlerde 'ikili' zaten resmi olarak evli değildi) Bu dedikodunun hiç de boşuna olmadığını Adil Özkol o günlerde anlatıcınıza şöyle nakletmişti; "Kıbrıs'taydık. Asil Nadir, Ercan Arıklı ile beni bir balık lokantasına götürdü. Basının durumundan, politikadan filan konuşuyoruz. Siyasete girip Ecevit'i destekleyeceğini söyledi.
Söz Özal'a gelince, 'Turgut Bey beni ne zaman evine çağırsa bakıyorum Zeynep de gelmiş. Sanırım bizim yakınlaşmamızdan yanaydı' bile demişti. "
Onun bu önlenemez yükselişi, iki büyük rakibi, Hürriyet ve Sabah'ın sahipleri Erol Simavi ile Dinç Bilgin'i bile birbirine yakınlaştırmıştı. Ama bu yükselişe en çok bozulan Erol Bey'di. Çünkü Günaydın'ın tirajı Hürriyet'i yakalamış, hatta geçmişti.
İşte böyle bir ortamda, Erol Simavi'nin hiç ummadığı bir anda intikam fırsatı kucağına gelecekti.
8 Mart 1989 Çarşamba gecesinin Türk basın tarihinde önemli bir yeri vardır. Çünkü o gece üç büyük gazete patronu ve bir başbakan arasındaki ipler kopma noktasına gelecek, tenhalarda bile ağza alınması güç sözler, bir yemek masasında havalarda uçuşacaktı… Olayın kahramanları Turgut Özal, Erol Simavi, Dinç Bilgin ve Asil Nadir beylerdi. Tanıkları ise üç patronun kurmayları; Hürriyet Gazetesi'- nden Çetin Emeç, Oktay Ekşi, Sabah'tan Zafer Mutlu. Nadir gurubundan ise Çavlan Süerdem ile Fahri Görgülü… O gece Harbiye Orduevi'nde Başbakan Türk medyasının önde gelenlerine bir yemek daveti veriyordu. Ama işin garip yanı, Erol Simavi ve Dinç Bilgin'e diğer önemli konuğun yani Asil Nadir'in de aralarına sonradan katılacağı bildirilmemişti! Bu nedenle yemeğin ilk bölümü oldukça sessiz geçti ve son günlerin politik gelişmeleri üzerinde konuşuldu. Ama diğer yandan hiç biri, Başbakan'ın kendilerini o gece neden davet ettiğine bir anlam veremiyordu. Taa ki yemeğin sonlarına doğru bir görevlinin salona girip Turgut Özal'ın eline bir not verene kadar… Turgut Bey nota birkaç saniye baktıktan sonra, "Söyle gelsinler" dedi… '
SANA DA YÜZDE ON KOMİSYON VERİRİZ'
Ve salonun kapısı açıldı, önde Asil Nadir, arkadan danışmanları Çavlan Süerdem ve Fahri Görgülü içeri girdiler.
Kapının açılmasıyla birlikte buz gibi bir hava dolmuştu içeriye… Erol Simavi, Başbakan'a doğru eğilerek, "Bir sürpriz yapacağınızı bize söylememiştiniz" dedi. Özal babacan bir gülümsemeyle yanıt verdi; "Hepiniz aynı dünyanın insanlarısınız, birlikte olmaktan memnuniyet duyarsınız diye düşündüm."
Ama Başbakan Turgut Özal çok yanılıyordu. Az sonra yaşanacakları bilseydi belki önceden planladığı bu buluşmayı hayata geçirmeyi düşünmezdi bile… Bundan sonrasını Oktay Ekşi'nin yazıp, Necati Zincirkıran'a verdiği şu notlardan öğrenelim; "Konuklar merhabalaşmış gibi yaptılar. Ama hemen Erol Simavi Asil Nadir'i işaret ederek 'Beyefendiyi tabii biliyoruz Babıali'yi islah edeceğini duymayan kalmadı' dedi. Asil Nadir de, 'Doğrudur, ilk fırsatta bunu gerçekleştireceğim' diye yanıt verdi.
Erol Simavi, 'Madem o kadar iddialısınız Hürriyet'i size satayım ondan başlayın' karşılığını verince bu kez Nadir 'Neden olmasın, değerini isterseniz onu da alırım' dedi.
Erol Simavi, Turgut Özal'ın yaptığı emri vaki'den duyduğu rahatsızlığı da dışa vurma fırsatını yakalamışçasına Özal'a dönerek, 'Beyefendi 250 milyon dolar versin ona satayım, size de yüzde on komisyonunuzu veririm' dedi." Bir gazete patronu, bir Başbakan'a alaycı bir şekilde komisyon vermeyi teklif ediyordu. Böylesi görülmüş, duyulmuş bir şey değildi. Tabii ki Oktay Bey, bu satırları biraz kendi sakin üslubuna uydurarak kaleme almış. Aynı toplantıda bulunan Zafer Mutlu'nun anlattıkları ise yenir yutulur cinsten değil.
"Erol bey öfke ile bağırıyordu: 'Babıali'yi düzelteceğim diyorsun.
Hesap ettirdim 50 milyardan fazla zarar edeceksin… Ne hakkın var, kimin parasını harcıyorsun?' Nadir asistanı Süerdem'e dönüp 50 milyarın sterlin olarak tutarını sorduktan sonra cevabını şöyle verdi, 'Para benim için önemli değil. Bu para benim için fındık fıstık parası' Simavi giderek artan bir hiddetle devam etti, 'Diyormuşsun ki, Ben Günaydın gazetesini Erol Simavi'nin ağzına yapmak için aldım. Ağız burada ulan! O trilyonları bana ver, gel buraya yap. Tanık olduğu konuşma sırasında Özal'ın yüzü asılmış, sadece olanları izliyordu. Erol Simavi Asil Nadir'e bakarak bir öneride bulundu; 'Sen gazeteleri satın alıyormuşsun, benimkini de al' Nadir 'Alırım' deyince bu kez Simavi, Asil Nadir'in hamisi olarak gördüğü Özal'a dönerek söylenebilecek en ağır sözü söyledi; 'Yalnız ben on iki sıfırlı isterim. Turgut Bey sen de aracılık yap. Sana da yüzde on verelim. Seçim geliyor, paraya ihtiyacın vardır!' Turgut Özal kıpkırmızı olmuştu ama ağzını açıp tek kelime söylemedi. Ne de olsa masadakiler onun konuklarıydı.
Özal o gece susmuş, hiç sesini çıkarmamıştı.
Konukları gittikten sonra uyku tutmadı, geç saatlere kadar düşündü. Tepkisini bir gün sonra gösterecekti. Ama direk olarak Erol Simavi'ye değil, Önce Dinç Bilgin'e sonra tüm basına karşı.
Ertesi gün Dinç Bilgin hemen hemen her gün yaptığı gibi Cen Ajans'ın sahibi yakın arkadaşı Nail Keçili'yi ziyarete gelmişti. Konu doğal olarak bir gece önceki toplantıydı. Bilgin olanları anlatıyor, Keçili biraz hayret, biraz da keyifle dinliyordu. İşte o arada sekteri başını kapıdan uzattı. Önemli bir gelişme olmasa ikisini rahatsız etmesi mümkün değildi. Bu yüzden Bilgin ve Keçili merakla ona döndüler.
Gerçekten de düşündükleri gibi önemli bir olay vardı. Başbakan Turgut Özal hattaydı ve Dinç Bilgin ile görüşmek istiyordu. İki arkadaş birbirlerine bakıştılar, sonra Dinç Bilgin telefona uzantı.
Hattın öbür ucundaki Özal'ın öfkesi sanki odanın içindeymiş gibi hissediliyordu. Özal'ın sorusuyla başlayan konuşma aşağıya yukarıya şöyle geçti: "Neydi dün akşam olanlar?" "Neydi efendim?" "Dün geceki o rezalet… Neydi Erol Simavi'nin o terbiyesizliği… Benim masamda, gözlerimin önünde?" "Adam haklı efendim… Asil Nadir gelmiş parasıyla her şeyi alabileceğini sanıyor…" "Sen de Rahmi'yi (Turan) almışsın gazetene…" "Bundan size ne? Kimi istersem alırım. Bu ülkede basın özgürlüğü var.
Biz hükümetin gazetesi değiliz"
Hattın ucunda bir an için ölümcül bir sessizlik oldu. Turgut Özal bu kadarına dayanamayacaktı. Öfke dolu bir sesle patladı; "O zaman ben de size verdiğim sözü geri alıyorum. Gazete kağıdına yine fon koyacağım!"
Karşı tarafta telefon sert bir şekilde kapanmıştı. Dinç Bilgin, bir gece önceki tartışmanın kendilerine çok pahalıya patladığını düşündü. Gazete kağıdı fiyatları yine artacak, maliyetler yükselecekti. Zaten rekabet etmekte zorlanan yayın organları daha güç bir duruma düşeceklerdi. Sonuçta parasının hesabını bilmeyen Asil Nadir karlı çıkacaktı.
İşin garip ve acıklı yanı yüz binlerce gazetecinin nafakası ve halkın haber alma özgürlüğü, bir başbakanın öfkeyle söylediği sadece bir cümleye bağlı olmasıydı.