TEHDİT MESAJI GELDİ
Redif Paşa'nın "Eğer dünyada biraz daha ömür sürmek istiyorsa..." şeklindeki yolladığı tehdit mesajı sonrası ikna olunuyor. "Sakomu getirin, Yusuf ile Mahmud (Şehzadeler Yusuf İzzeddin ile Mahmud Celaleddin Efendi) nerede, çağırın" diyerek "kaderine" boyun eğiyor. Saraydan çıkarken son söz olarak "Ne yapalım kader böyleymiş, el-hükmü-lillah (hüküm Allah'ındır)" diyor. Sultan Aziz'i tahttan indiren ekibin içinde asıl icracı olan sonradan "Şıpka Kahramanı" diye anılacak olan Süleyman Paşa'ydı. Asker tarafından seviliyordu, kendisine "Sarı Çapar" diyorlardı. Zaten o esnada Harbiye Mektebi Nazırı'ydı ve Harbiye öğrencilerini de o gece sarayı kuşatmaya o getirmişti. Sultan Aziz'e saygısızca davranılmamasını, askerin önlerine bakmasını, Sultan ne derse desin hatta içlerinden birisine vursa bile karşılık verilmemesini emretmişti. Ama her yerde mutlaka işgüzarlar vardır. Saraydan çıkarlarken yanlarına hiçbir şey alamamışlardı. Kayıklara binerken, Neşerek (Nesrin) Üçüncü Kadın Efendi'nin (Şehzade Şevket Efendi ve Emine Sultan'ın annesidir) elindeki bohça alınmıştı. (İçinde minder ve havlu vardı). Daha da kabası yapılarak Neşerek Kadın Efendi'nin omzundaki şal çekilmiş, "Boynunda mücevher var mı" diye bakılmıştı. Sekiz yaşındaki şehzade oğlunun elini tutan Kadın Efendi o gün hastaydı. Yağan yağmurla birlikte kayıklarda bulunan herkes iyice ıslanmıştı. Topkapı Sarayı'na vardıkları zaman herkes gibi Sultan Aziz de ıslak sakosuyla kalmış, kuru bir giysi bulunamamıştı. Bu ıslanmanın en acı faturasını Neşerek Kadın Efendi ödemiş ve zaten hasta olan bedeni dayanamamış, 10 gün sonra da 28 yaşında ölmüştü. Kadın Efendi, padişahtan çocuk sahibi olmuş dört eşinden birisinin unvanıydı. Neşerek Kadın Efendi'nin "üçüncü" diye anılması, nikah tarihine göre üçüncü sırada olmasıydı. Şehzade Şevket, tahta çıksaydı eğer Neşerek Kadın Efendi, Valide Sultan olarak anılacaktı. Bu ölüm, orada kalmayacak ve bu muamelenin birinci derece sorumlusu başta olmak üzere yapanlara çok pahalıya patlayacaktı; anlatacağız...
Topkapı'da Hünkâr Sofası denen haremin içindeki saray kadınlarının eğlence yerine alınmışlardı. Topkapı Sarayı yıllardır kullanılmıyordu, eşya olarak sadece iki kuru sandalye vardı.
MÜCEVHERLERİ YAĞMALANDI
Sultan Aziz'e yemek verilmedi. Namaz kılmak istedi "nalın yok" denerek isteği kabul edilmedi. Neden sonra çorba geldiyse de bu kez kaşık yoktu. Yoklar ve kötü muamele Osmanlı'nın sembolü olan saraya hâkimdi artık. Aynı saatlerde Dolmabahçe Sarayı'ndaki sultanın mücevherleri yağmalanıyordu. Saraydaki değerli eşyalar kayıt altına alınmaya çalışılıyordu güya. Ama bizzat bu kaydı yapacak olacak Nuri Paşa tarafından da sürekli olarak mücevherler çalınıyordu. Ama sanırım en korkuncu kanlar içindeki oğlunun başında feryat eden Pertevniyal Sultan'ın tam o dehşet anında kulağındaki küpesinin ve parmağındaki yüzüğünün zorla bir asker tarafından alınmasıdır.
III. SELİM'İN PALASINI ALMIŞTI
Böyle bir acımasızlık ve hırsızlık biçimi tarihte az görülmüştür. Pertevniyal Sultan'a yapılan zulüm başlı başına bir yazı konusudur gerçekten. Ama biz asıl konumuz olan ölüme dönelim... Sultan Aziz, sakosunun altına görünür bir şekilde "Amcam" dediği III. Selim'in kabzasında çift hilal olan palasını koymuştu. III. Selim, kuzeni II. Mahmut'u yani Sultan Aziz'in babasını yetiştiren sultandır. Belki de kaderini III. Selim'e benzettiği için sadece o palayı alarak çıkmıştı saraydan. Tıpkı III. Selim'in tahttan indiğindeki kırgınlığına benzer şekilde "Bundan sonra gökten Cebrail gelse saltanatı istemem el-hükmü-lillah" demişti.
SULTAN'A KARŞI PSİKOLOJİK SAVAŞ
Topkapı Sarayı'nda III. Selim'in katledildiği odaya konması Sultan'ın kendisini tıpkı "amcası" gibi katledecekleri şeklindeki düşüncesini ve kaygısını pekiştiriyordu. Oraya konmasını Serasker Hüseyin Avni Paşa istemişti. O günün en kuvvetli insanı oydu zaten. Sultan'a karşı bir psikolojik savaş yürütülüyor ve çok açıktır ki delirmesi ve/veya intihar etmesi isteniyordu. İşte o pala ciddi bir sorun olmuştu. Sultan Aziz'in palasını almak istiyorlardı. Gerekçe de asabi tabiatlı olan Sultan'ın kendisine ya da kızıp da bir başkasına zarar vermesiydi. Feriye Sarayı'na geldiklerinde yanında bulunan Mabeynci Fahri Bey'i karakola çağırıp "revolveri ve palayı versin" denmişti. Oysa revolver yoktu. Karakoldaki bu görüşmeler daha sonra Fahri Bey'in aleyhine kullanılınca Fahri Bey, pala için görüştüklerini söyleyecekti. "İçeri gireriz, zorla alırız" denince Fahri Bey, nazik durumu Valide Sultan'a iletti. Tatsız olayların yaşanmamasını isteyen Pertevniyal Valide Sultan, odadan palayı gizlice alıp Fahri Bey'e verdi. Fahri Bey de Sultan'ın ölü bulunmasından sadece saatler önce sarayın penceresinden den -tanımadığı bir askeri çağırarak- palayı verir ve karakola teslim etmesini söyler. Pala gerçekten de karakola teslim edilir, bu konu net ama başka bir gariplik var: Günlerdir, içeriye baskın yapmaya niyetlenilecek kadar tırmanan meselenin öznesi olan o palayı tanımadığı bir askere teslim etmek biraz garip bir durum değil miydi? Nitekim bu garip durum "Sultan öldürüldü" diyenler için cinayete bir delil olarak söylenecekti. Ve yine aynı cenah tarafından bu durum tezlerine şöyle eklenecekti: Sultan Abdülaziz Han kendisini savunamasın diye o pala alındı! Zaten yaşanan her gelişme, tarihsel olgu olarak bugüne kadar gelirken karşıt tezleri savunanlar tarafından tam zıt da olsa bir şekilde izah edilebiliyordu. Ya da en azından tezleri savunanlar böyle söylüyor ve tam 136 senedir de bu sürüyor. Ama hiçbir tezi beklemeden, dinlemeden harekete geçip kendi intikamını alacak olanlar da vardı. Hem de çok kanlı biçimde!
YARIN: KANLI BASKIN
TAYFUN ER