Yazar Melih Esenbel'in dedesidir) kendisine arz ettiği bir yazı, bu isteğini gerçekleştirmek için gereken fırsatı yarattı. Paşa'nın arizasında özetle Sultan Aziz'in ölümünün cinayet olduğu ve gereken cezaların verilmesi isteniyordu. Cinayetin en büyük delili olarak da Paşa'nın oğlu Salih Münir Bey'in eşi Pervinfelek'in tanıklığı gösteriliyordu. Paşa'nın gelini, Sultan Aziz'in ölümü esnasında Feriyye'deki küçük hazinedarlardan birisidir.
MAHKEMEYİ BAŞLATAN İFADE
Anlatımındaki en ilginç nokta şöyleydi: "... irtihalleri (ölümü) gününün akşamı ikinci hazinedar, benim gibi küçük hazinedarları 'efendimiz rahat edecekler, siz de rahat ediniz' diyerek aşağı kata savmıştır. Merdiven kapısını kapamış ve kendisi yukarıda kalmış idi. Hepimiz alt katta yattık.
Sabah olunca bir gürültü ve feryat ile 'efendimiz canına kıydı' diye bize haber veren yine kendisi oldu. Şu kadar gördük ki merhumun vefat ettiği odanın köşe penceresi ile ittisalindeki (yakınındaki) sofanın zikrolunan odaya muttasıl (bitişik) penceresi açıktı. Sonra işittik ki merhuma kastedenler o pencereden içeri alınmış ve yine oradan aşırılmış imiş". Küçük hazinedarların sabah 09:30'a kadar yatabilmeleri, üstelik de Sultan ve Valide Sultan ayaktayken ilginç doğrusu. Ama asıl dikkati çeken katillerin pencereden gelip gittikleri iddiasıdır. Gerçi görmemiş, öyle söylendiğini duymuş ama yine de içeride konuşulanlar önemlidir.
Rivayet muhtelif gerçekten ama daha dikkat çekici bir anlatım Ressam Naciye Neyyal'in anılarında yer alıyor. Naciye Hanım, ahbabı Saraylı Sermed Kalfa'nın anlattıklarını nakletmiş: "Yerdeki hasırlar pek çürümüş olduğundan 'Bu halde oturulmaz!' diyen Valide Sultan Efendimiz, bunları değiştirtmeye kalkıp, yenilerini istetmişti. Neyse, getirip sofada, merdivenin yanı başına böyle sırayla dizmişlerdi. (...) O gün abdest alıp odasına girdi. Seccadesini yayıp çekildim. Valide Sultan Efendimiz de abdesthaneye girmiş oldukları için, o an 12 yaşındaki kıza; - 'Kız sen havluyu tut, kapının önünde bekle, Valide Sultan Efendimiz çıkınca haber verirsin. Ben şimdi gelirim, azıcık işim var' dedim. Abdesthane de Cennet Mekân Efendimizin odasının tam karşısında. Yani divanhanenin öbür ucunda idi.
Birinden çıt çıksa öbüründen işitmemek kâbil değildi. (...) Benim yukarıya çıkmamın üzerinden daha iki dakika bile geçmemişti ki, küçük kız, elleri ayakları buz kesilmiş, tir tir titremekte olduğu merdiven basamaklarını ikişer ikişer çıkarak yanıma geldi ve eteklerime sarılarak; - 'Aman, aman, kalfam, aman üç dört fena kıyafetli adam, efendimizin odasına girdiler. Ben bağıracaktım, Su...s! Dediler, korktum, bayılacağım, buraya dar geldim' diyerek ağlamaya başladı.
- Nereden geldiler?
- Amanın kalfam, amanın hasırların arkasından çıktılar.
- Sus hınzır kâfir sus! Kaç saattir orada dolaşıyoruz. Hasırların arkasında kimse bir şey görmedi de sen mi gördün? Hayalet görünmüş sana...
Sus, sakın bunu kimsenin yanında ağzına alma, başımıza bela getirirsin! Osmanlıda her şey kayıtlıdır. Pertevniyal Valide Sultan, gerçekten yeni hasır istedi mi? İstediyse ve geldiyse hangi gün, kimler tarafından getirildi?
* * *
AKİBETLERİ İBRETLİK OLDU
Abdülaziz'in katilleri ve azmettiricilerinin gönderildikleri Taif Kalesi'nde akıbetileri çok kötü olmuştur.
Şöyle ki:
1- Mithat Paşa ve Sultan II. Abdülhamid'in kız kardeşi Cemile Sultan'ın eşi Fethi Paşazâde damat Mahmut Celâleddin Paşa, 7 Mayıs 1884 Çarşamba gecesi boğularak öldürüldüler. İngilizler tarafından kaçırılmalarından endişe ediliyordu. Mithat Paşa'yı Edirneli Berber İsmail, Mahmut Celâdeddin Paşa'yı ise Karahisarlı Süleyman ile Zileli Ali boğmuşlardır.
Vezir Mahmut Celâleddin Paşa, Damat Fethi Paşa'nın sultan olmayan ilk eşinden doğan çocuğuydu. O gece nasıl boğulduğunu olayın bir tanığı, "Prenses Mevhibe Celalettin'in Anıları" isimli kitapta şöyle anlatıyor:
"Merdivenlerden koşarak paşanın odasına çıktım. Fakat kapının önüne gelir gelmez, iki süngülü önüme çıktı. Beni alıp bir odaya hapsetti. Hapsolduğum hücrede öteki paşanın ağaları Arif ve Şükrü de vardı. Kapının üzerindeki demir parmaklıklara sarılmış tam karşımızda Mahmut Celalettin Paşa'nın bulunduğu odada olup bitenleri seyrediyorduk. Mithat Paşa'nın bulunduğu odayı göremiyorduk. O taraftan boğuk boğuk sesler ve gürültüler geliyordu. Bu sırada Mahmut Celalettin Paşa'nın:
- Bre Hainler! Katiller! diye bağırdığını işittik. Biraz sonra askerler gelip Mahmut Celalettin Paşa'nın yattığı odanın kapısını dipçikle kırdılar. Paşa, elinde bir yastık, kendisini müdafaaya hazırlanmış bir vaziyetteydi. İri yumruklarını sallıyor yanına kimseyi sokmuyordu. Boğuşma, çok zorluydu. Korkudan ve dehşetten sesim kısılmış, ecel terleri döküyordum. Bu aralık demirlere sarılmış, etrafı ve olan bitenleri gördüğümü fark eden kapının önündeki nöbetçi dipçikle ellerime vurdu. Parmaklarım kanamış, canım fazlasıyla acımıştı.
Buna rağmen olduğum yerden kımıldamadım. Bu sıralarda dövüşme boğuşma devam ediyordu. Paşa ile kolayca başa çıkılamayacağını anlayan Binbaşı Bekir, neferlerden birinin ellerinden tüfek aldı. Olanca kuvvetiyle Paşanın koluna vurdu.
Paşanın kolu kırılmış ve aşağı sarkmıştı. Bitap yere düştü.
Üzerine çullandılar. Zileli Ali Çavuş'la Süleyman Çavuş boynuna bir ip geçirdi ve çekmeye başladılar. Ali baba adlı bir nefer de Paşa'nın husyelerini (testislerinit. e.) sıkıyordu. Paşa son söz olarak:
- Cankurtaran yok mu, Allahım! dedi" Celal Bayar 1950'de Cumhurbaşkanı olunca Mithat Paşa'nın mezarını İstanbul'a Hürriyet Tepesi'ne naklettirdi. Ama kutuda gelen kemiklerin içinde Mithat Paşa'nın kafatası yoktu. Çünkü daha önce kesilmiş ve ispirto dolu bir kavanozla saraya getirilmişti.
2- Damat Nuri Paşa, daha yoldayken delirdi. Bu durumda Taif'te 10 yıl yaşayarak öldü. Ailesi tarafından terk edildi, kendisine hiç para ve mektup yollanmadı.
Seyid Bey, 17 yıllık; İzzet Bey 22 yıllık; Necip Bey 12 yıllık; Mustafa Pehlivan ise 10 yıllık hapisliklerinin ardından Taif'te öldüler.
3- Mabeynci Fahri Bey, Namık Paşa'nın oğlu Ali Bey, hizmetliler Cezayirli Mustafa ve Hacı Mehmet; Taif'te 27 sene kaldılar. 1908 sonrası çıkarak İstanbul'a döndüler. Sağ kalan sadece bu dört kişi olmuştur.
4- Sultan Aziz'in tahttan indirilmesi ve ölümü sonrası fetva veren o günün Şeyhülislamı Hasan Hayrullah Efendi, muhakeme kararı olmadan Taif'te kaldığı 7 yılın ardından orada ölmüştür.
* * *
KİRALIK KATİLLER VE DARBECİLER
Sultan Aziz'i öldürdüğünü itiraf eden üç hizmetli (Pehlivan Mustafa, Hacı Mehmet ve Cezayirli Mustafa) ve Mabeynci Fahri Bey: bilerek, tasarlayarak cinayet işlemekten; Mithat Paşa, Mahmut Paşa, Nuri Paşa, Binbaşı Necip ve Binbaşı Ali Bey ise ortak fail olmaktan idama mahkûm oldular. Miralay İzzet Bey ve Seyid Bey'e de cinayete yardım ettikleri için 10 yıl kürek cezası verildi. İdam cezaları müebbede çevrildi. Mahkûm olanların tümü cezalarını çekmek üzere İzzeddin vapuruyla Taif Kalesi' ne (günümüzde Suudi Arabistan sınırları içindeki şehir, Mekke civarındadır) yollandı.
* * *
BiTiRiRKEN...
HENÜZ yayınlanmamış "Loş" ismiyle hazırladığım bir kitabın içinden siz TAKVİM okuyucuları için bir derleme yapmaya çalıştım. "Sultan Aziz öldürüldü mü, yoksa intihar mı etti" sorusunun cevabını mantık ve vicdan çerçevesinde herkes verecektir.
Ben bu konudaki fikrimi "Yalıdakiler" isimli kitabımda (Destek Yay., 2009) "Cinayettir" şeklinde yazmamış olsaydım eğer, burada da söylemezdim. O zaman açıkladığım fikrimi, şimdi gizlemeyi doğru bulmadığım için bu son bölümde yazıyorum. Bu ölümün devri sabık yaratma, siyasi hesaplaşma, çekişme ve bugünkü ideolojik duruşlardan bağımsız olarak ele alınacağı günleri umutla bekliyorum doğrusu. Ben hep öyle yapmaya çalıştım. Gerçekten halka hiçbir zarar gelmez, gelemez. Eğer Sultan Aziz'in "hal edilmesi" ve sonrasında da ölümünden dolayı bir ceza yargılaması yapılıp birileri suçlu bulunduysa eğer, en azından tahttan indirmede Sultan V. Murat ve annesi Şevkefza Valide Sultan'ın da dahli olduğu açıktır. Ancak gelenekler ve siyasi dengeler bunu engellemiştir.
Son not olarak şunu eklemeliyim ki, olay eğer cinayet ise (ki bence öyledir) bile, mahkeme kararındaki söylendiği gibi olmadığına eminim. Bu konuda "Bir ihtimal daha var..." diyorum. Suçlu bulunanların bazılarının da masum olduğunu sanıyorum.
Emin olduğum, daha doğrusu aklımın ve vicdanımın bana söylediği Sultan Aziz'in intihara sürüklenmeye çalışıldığı ve o olmazsa da er ya da geç mutlaka öldürüleceğiydi...
136 Yıl sonra geriye ne kaldı derseniz. Tarihten kanlı bir sayfa kaldı; hem mecazi hem de açık anlamda...
Çünkü Sultan Aziz'in son anlarında okuduğu Kur'an açık olan sayfasına kanı akmış bir şekilde İstanbul Üniversitesi Nadir Eserler Kütüphanesi'nde durmaktadır.
Tarihin bu kanlı sayfasının artık vicdanlarda kapanması dileğiyle..
SON
TAYFUN ER