Oysa daha 1969'da 300 bin satan "Sevda Yüklü Kervanlar" plağı vardı ama o ve dinleyicileri basının ilgi alanına girmemişti bir türlü. Yoksulluk yüzünden küçük yaşta Urfa sonrası Adana'ya göç etmesi ve sonra İstanbul'a gelmesi sadece kişisel biyografisinin ayrıntısı değildi. O gün Gülhane'de açılan pankartların birisinde yazan "İsyankâr Sokakların Günahkâr Çocukları" ifadesi sadece fanatiklerinin sosyolojik durumunu değil, özdeşleştikleri Müslüm Baba'yı da ifade ediyordu. O yüzden gencecik yaşında "baba" olmuştu çünkü o aynı zamanda ardındaki milyonlarca kitleyi temsil ediyordu.
AŞKI DA HAYATI GİBİ
"Baba" ifadesi sadece hayata karşı duruşundan değil fanatiklerinin ruh halini temsil etmesinden dolayı geliyordu. Orhan Gencebay ve Ferdi Tayfur da Anadolu'dan büyük şehirlere göçenlerin temsilcileriydi.
Müslüm Gürses de öyle ama o daha sonra yaşanan göçün artık dolmuş ve istenmedikleri şehirde büyük zorluklar çeken yeni kuşak emekçileri temsil ediyordu. Artık hayat metropollerde çok daha sertti; Gencebay hatta Tayfur bile bu sertliğin karşılığı olamıyordu. İşte Müslüm Baba tam da bu ezilmişin de ezilmişi olanların sesiydi. Hayatı, tavrı, sesi ve şarkıları bu kendisini en dibe vurmuş, yukarıya doğru çıkmayı imkânsız görenlere bir feryat çığlığı olmuştu.
Hayat arkadaşı Muhterem Nur da, Yeşilçam'ın en parıltılı dönemlerinden bir kuyruklu yıldız gibi geçmişti.
Türkan Şoray, Hülya Koçyiğit ve benzerleri ayarındaydı ama bir türlü o şöhretin getirmesi gerektiği gibi hayata tutunamamıştı.
Muhterem Hanım'ın hayatı, Müslüm Baba'nın sadece eşi değil, en fanatik izleyicisinin hayatı gibi çileliydi. Baba da tercihini bu hak ettiğini bulamamış eski yıldızı severek yapmıştı. Aşkı da, hayatı ve şarkılarıyla uyumluydu.
'BABA'NIN DEĞİŞİMİ
Gencebay ve Tayfur hayranları, gitgide şehirle barışmış, ona istemeden de olsa alışmıştı. Zaten hayat Müslüm Baba'nın dönemine göre daha yumuşaktı.
Metropollerin en düşük ücretli ve en kötü işlerinde çalışanların çok daha sert ve asiydi. Onlar sadece "Batsın Bu Dünya" deyip mütevekkil bir kabul ediş ya da "susadım, çeşmeye varmaz olaydım" diye naif bir kırılganlık içinde değillerdi. Bu hayatla kavga ediyorlardı hem de çatır çatır...
Türkiye zor ve kanlı bir dönemdeydi; jiletin akıttığı kan sadece konserde kendisini "hacamat" edenlerin bireysel aşırılığı değil, her şeyin aşırısını yaşayan bir ülkenin dışavurumuydu.
Müslüm Baba, Teoman şarkılarıyla bir süre sonra bu aşırılıkla arasına bir mesafe koyuyordu. Belki de artık o Adana'dan gelen Müslüm Akbaş değildi artık. Yeni şarkıları, metropolün aşklarından hayal kırıklığı yaşayan şehirli şarkılarıydı.
Gülhane'de bedenini paralayanlarla arasındaki makas gitgide açıldı. Yine Baba idi elbette ama artık dinleyecileri değişmişti.
Tayfun ER