Kâinatta bütün gördüğümüz merhamet eserlerinin Cenâb-ı Hakk'ın rahmet ve merhamet eseri olduğunu haber vermişler ve Allah Teâlâ, Efendimizin şanında "rahmetenlilalemin" (Âlemler için rahmet) buyurarak Efendimizin merhametine ve rahmetine dikkat çekilmiştir. "Ben" diye yaşayan, şehvetine zebun olmuş, sadece kendi istekleri için yaşayanlar şefkat yerine şehveti, merhamet yerine zulmü, hoşgörü ve tevazu yerine başkalarını küçük görmeyi adet haline getirirler. Böyle bir fert aynı uzay boşluğundaki bir kara delik gibi zulüm ve fitnenin merkezi haline dönüşür. Kalp merhametten tamamen uzaklaşır, aynı sönmüş bir gezegen yahut güneş gibi hem kendi benliğini hem de etrafındakileri haktan, hakikatten ve güzellikten çekip yutan bir girdaba dönüşür. Hakk'ın rahman ve rahimiyetinden Efendimizin âlemlere rahmet olan güzelliğinden ve nurundan nasiptar olamayanlar asla merhametli olamazlar. Belki gösteriş için günümüzün bazı artistleri, boy gösteren insanları yahut türlü türlü devletleri gibi bir yandan iyilik yaptıklarını âleme ilan ederler diğer yandan bu imansızlık ve kalplerinde bulunmayan merhametten dolayı insanların ve kainatın adeta kanını emerler. En yırtıcı hayvanların bile yapmadığı tahribatı yapar sonra da "biz sadece düzeltmeye, ıslah etmeye çalışıyoruz" diyerek çeşitli maskeler takarlar. İman nuruyla parlamış bir kalp kâinata merhametiyle ışık saçar.
Şefkatten uzak insanlar bile kendisinden merhamet umar. Bu merhamet bazen bir annenin sinesi, bazen bir öğretmenin şefkati, bazen toplumda kendisini hak için birçok sahada güzelliklere adamış bir insan olarak gösterir. Merhametli bir kalp fezadaki ak delikler gibidir. Nice güzellikteki güzel insanlar bu merhametli sineler hürmetine ve vesilesine ortaya çıkıp manevi gök kubbemizi aydınlatır. Bir mümin asla merhametsiz düşünülemez. Merhameti yoksa o kişiye mümin denilemez.
CENÂB-I HAKK'IN VE EFENDİMİZ (S.A.S.)'İN MERHAMETİYLE AHLAKLANMAK
Allah Teâlâ insanı kendisine ibadet etsin diye yani kulluk bilinciyle hareket etmesi muradıyla yaratmıştır. Öyle bir kulun sair yaratılmışlar içerisinde ahlakıyla ve merhametiyle görünmesi ise elzemdir. Çünkü Allah Teâlâ o kişinin kulluğuna kendisi şahit olacak, ahlakıyla ve itaatiyle bütün kâinata da o kişiyi şahit olarak ve hakkında şehadet ettirerek huzuruna alacaktır. Ezerek, çiğneyerek, başkalarına merhamet etmeyerek yaşayanlar bu dünya çarklarının dişleri arasında parçalanıp giderler ve bütün âlemi merhametsizliğine şahit kılarlar. Merhamet ve şefkatle yaşayan insanlar sadece insanlar tarafından değil hayvanlar ve cümle mahlûkat tarafından sevilir. O kişi bulunduğu ortama hep güzellik yayar. Merhametsizi öğüten dünya çarkları bu kişiyi el üstünde tutar ve Allah Teâlâ'ya o kimse hakkında güzel şehadette bulunurlar. Aslında merhamet normal bir insanda bulunması gereken fıtrî bir özelliktir. Allah'ın merhameti, kulları için kendisinde bulunan muhabbetinin alameti ve tezahürüdür. Bundan dolayıdır ki bu âleme merhamet olarak yansıyan bu güzelliğin insan boyutundaki üst seviyesi muhabbettir. Yani sadece acıdığından dolayı güzellikle muamele etmez. Allah Teâlâ'ya duyduğu muhabbet ve o güzel yaratıcının yaratılmış olan kullarını sevmek, merhametin daha üstünde ulvi bir duygudur. Bunun tersini düşünürsek aslında merhametsizliğin kaynağı Allah ve Resul sevgisinin yok denilecek kadar az olmasından dolayı mahlûkata merhametsizlik çukuruna düşmektir. Merhamet ahlakını ve duygusunu insan başkasından beklememeli fert olarak buna gayret etmelidir. Merhametin ilk meşk edildiği saha ailedir. Karı koca birbirlerine merhametli olmalıdır. Hem Adem ile Havva'nın çocukları olarak bizler kardeşiz hem de iman etmişler olarak birbirimizin kardeşiyiz. Bu açıdan aile, hep birbirine merhametle muamele etmelidir. Patron işçisine, memur veya işçi patronuna iş ilişkisinin dışında ve maddi çıkarların ötesinde ayrıca merhamet duygusu beslemelidir. Yolda, trafikte, çarşıda, pazarda insanlar hep bu insaf ve merhamet üzere bakış açıları geliştirmeli, hayatı böylece kolaylaştırmalıdırlar. Tenkit ederken, haklı yere ceza uygularken bile kişi merhamet ve insaftan uzaklaşmamalıdır. Merhametsiz katı kalpli olan insanların Cenâb-ı Hakk'ın nazarından mahrum olacağı unutulmamalıdır.
SOHBETİN KAZASI OLMAZ NEDEMEK?
Hürmet ve muhabbetle sizleri selamlıyorum kıymetli okurlarımız. Bazı tabirler halk arasında yaygınlaşır kimse doğruluğuna yanlışlığına bakmaz. Çoğu zaman da manası güzel olan sözler içleri boşaltıldığından dolayı yanlış anlaşılır ve sonra sanki ahkâmmış gibi dilden dile dolaşır. Bazıları "Efendim namazın kazası olur ama sohbetin kazası olmaz" der. Eee… Yani ne demek şimdi bu? Bir de utanmadan şöyle izahat yaparlar. Yani sohbet edilirken namaz da kaçsa önemli değil diyerek lafı iyicene tersinden anladıklarını ortaya çıkarırlar. Bu söz doğru bir sözdür lakin cahiller kendi anlayışsızlıklarıyla bulandırmışlardır. Bir kişi namazı kaçırdığında kaza etmesi farzdır. Namazı vaktinde kılmak Allah Teâlâ'nın kulunu sohbete çağırdığı vakitte orada bulunmak demektir. Namaz kaza olur ama kaçan sohbet yerine konulamaz. Kişi sadece borçtan kurtulur lakin kâr edemez. İşte "Namazın kazası olur amma sohbetin kazası olmaz" demek bu ulvi mânâyı ifade eder. Allah'la sohbet etmeyi bilmeyen kişi istediği kadar sohbet ve meydandan bahsetsin masaldan ibarettir… Kendinden rivayettir. Vesselam.
AYET-i KERiME
Gerçekten şeytan, içki ve kumarla aranıza düşmanlık ve kin düşürmek, sizi, Allah'ı anmaktan ve namazdan alıkoymak ister. Artık vazgeçtiniz, değil mi? Maide 91 Bu ayeti kerimeyi Efendimiz (s.a.s.) ashabına bildirdiğinde Medine sokaklarından oluk oluk içkiler akmıştır. Hazreti Ali efendimiz üzerine bir katre içki damladığı için hemen bıçağıyla kumaşı kesip necaseti üstünden uzaklaştırmıştır.
İçki aklın düşmanıdır. Allah Teâlâ'nın haram ettiği ne kadar şey varsa hepsi insanlığın faydasınadır.
Büyük sufi Hacı Bektaş-ı Velî Hazretleri "Makalat" isimli eserinde bu ayet-i kerimeye binaen dervişlerini içkiden şöyle sakındırmaktadır. "Bir kuyuya bir katre içki damlasa, o kuyudan çekilen suyla otlaklar sulansa, benim dervişime o otlaktan yiyen koyunun eti de sütü de yasaktır." İşte bu dikkat sayesinde Bektaşi ocağına mensup nice gerçek erenler ve dervişler Anadolu'yu ihya etmişlerdir.
Muhakkak ki Allah velileri denilen kimseler kitaba ve sünnete tam hakkını vererek gönülden samimiyetle bağlanan kişilerdir.
SORDUM ÖĞRENDİM
Akşam ezanının yanlışlıkla bir iki dakika erken okunmasından dolayı orucunu açan kimsenin ne yapması gerekir? Kur'an-ı Kerim'de oruç vaktiyle ilgili olarak "Şafağın aydınlığı gecenin karanlığından ayırt edilinceye (tan yeri ağarıncaya) kadar yiyin, için. Sonra da akşama kadar orucu tam tutun." (Bakara, 2/187) buyrulmaktadır. Özellikle büyük yerleşim birimlerinin en doğusu ile en batısı arasındaki zaman farkından dolayı akşam vaktinin temkin payı içinde kalması söz konusu olacağından, yanlışlıkla bir iki dakika önce okunan ezanla oruçlarını açmış bulunan Müslümanların oruçlarını kaza etmeleri gerekmez. Bu sürenin temkin süresinden daha uzun olması halinde ise oruç bozulur ve kaza edilmesi gerekir.
GÖNÜL SAHİFESİ
Şeybani Rai isminde büyük bir Allah velisi vardır. İmam-ı Şafi Hazretleri döneminde yaşadığı söylenir. Rai, çoban demektir. Bu hazret bulunduğu mıntıkanın koyunlarını güder fakat her daim Allah zikriyle meşgul olur, insanlar da bazen onun duasını almak bazen de müşküllerini halletmek için huzuruna gelirlermiş. Büyük âlimlerden iki kişi bu zatı görmek istemişler. Birisi diğerine "Bu zat ümmidir bir yerden tahsil yaptığını kimse bilmiyor, fakat her meseleye cevap verir insanlara ahkâm kesermiş. Vallahi ben gittiğimde kendisini imtihan da edeceğim, söylenildiği kadar var mıdır yok mudur bir görelim" demiş. Hazretin yanına gelmişler. Selam sabahtan sonra imtihan etmek derdinde olan âlim, Şeybani Rai hazretlerine: "Efendim bir sualim olacak, bir kişi bir vakit namazı kılamasa aradan zaman geçse ve o kaçırdığı namazı kaza etmek istediğinde beş vakitten hangisini kaza edeceğini hatırlamasa ne icab eder yani ne yapması gerekir?" Şeybani Rai hiç duraksamadan "Bir günlük kaza, yani beş vakti de kılar" diye cevap vermiş. Âlim zat bunun üzerine çıkışmış "Efendim olur mu, nerede kaldı kolaylık? Malumunuz bu durumlarda kişi kalbindeki en yakın olan duruma göre hareket eder. Hangi vakit olduğunu baskın olarak düşünüyorsa artık vesvese yapmaz hemen o vakti kılar öyle değil mi?" diyerek kendisince Şeybani Rai hazretlerini hem düzeltmiş hem de biraz hizaya getirdiğini düşünmüş. Bunun üzerine Şeybani Rai hazretleri şu muhteşem cevabı vermiş: "Efendi efendi, ben onun hangi namazı kaçırdığını konuşmuyorum, aslında o adam tam tamına beş vakit namaz kılmamıştır. Zira namaz Allah Teâlâ'nın huzuruna durmaktır, bu adam bir gün içerisinde herhangi bir vakitte Allah Teâlâ'nın huzurunda olur da bu huzura çıkışını nasıl unutur. Demek ki o gün o hiç namaz kılmamıştır. O sebepten dolayı bir günlük kaza eder, o da yetmez gözyaşlarıyla istiğfar etmelidir." Bu muhteşem cevap karşısında âlim olan zat "Allah" diye bir sayha atar ve Şeybani Rai hazretlerinin ayaklarına kapanarak ondan özür diler.