Birbirimizi Allah için sevmek Kuran-ı Kerim'de hususi olarak övülmüş iman özelliklerimizdendir
* Efendimizin en meşhur hadisi şeriflerinden birinde mealen "iman etmedikçe cennete giremezsiniz, birbirinizi Allah için sevmedikçe iman etmiş olamazsınız" buyurularak aramızda selamı, hatır sormayı, birbirimize emin olarak muamele etmemizi tavsiye buyurmuşlardır. Gerçi imanımızı alakadar eden bir mevzuda Efendimiz (s.a.s.) tavsiye gibi söyleseler de bizler için hayati bir emir mahiyetindedir.
Birbirine güvenen ve muhabbet eden toplum için "kanunlar" en son gidilecek kapıdır
* Dedelerimizin bir sözü vardır. Kanun kötüler içindir. Yani suiistimal olmasın diye aradaki ilişkileri muameleleri kayıt kuyut altına almışlar, kanunlar düzenlemişlerdir. İnsanlar verdiği sözü tutsa, alacak vereceklerini zamanında yapsa, birbirini incitmemek üzere hayat sürülse kanuna ne kadar ihtiyaç duyulabilir? Aslında kanun, sevgisizliğin, kalleşliğin, itimatsızlığın bittiği yerde başlar. Yoksa yani bir kişide Allah korkusu yok, toplumdan utanma sıkılma yok, kanundan ve hapisten de çekinme yoksa o kişi her türlü ahlaksızlığı yapar. Toplumdaki sevgisizlik saygısızlıkla birleşince işin çivisi çıkar.
Maddi ve manevi çıkar için sevgi muhakkak bozuşur ve kokuşur
* Bu, dünyaya Allah tarafından koyulmuş bir kaidedir. Yerçekimi, suyun ıslatması gibi, dünyevi güzelliklerin pörsümesi kokuşması ve bozulması bir nevi tabi kaidedir. Şehvet için alaka duyuyorsa bir insan, şehvet kesilince sevgi bitecektir. Dünyevi makamlar için yalakalık yapıyorsa, bu arkadaşlık gibi görünen ilişki güzel bir yemeğin kokuşması gibi bir müddet sonra bozulacaktır. Mal mülk gibi şeyler yahut güzellik, gençlik gibi sıfatlar hep bu cinstendir. Hele ruh… Bir kişiden ruh çekilince artık ondaki gördüğümüz güzelliklerin hiçbirinden eser kalmadığını fark ederiz. Allah için seviyorsak müstesna. Bu sevginin kantarı ölçülebilmesi ancak ruhla mümkündür.
BİZLER HİLKATTE YANİ YARADILIŞTA BERABERİZ MANA VE İMAN SAHASINDA İSE BİRADERİZ
* Hepimiz Adem ve Havva'nın çocuklarıyız. Allah'ı tanıyanı da tanımayanı da dinlisi de dinsizi de bu alemde beraber yaşamakta. Bir ağaç yandığında, savaş çıktığında, herhangi bir yerde kan döküldüğünde, denizler, sular kirletildiğinde, sokaklarda güvensizlik ve terör kol gezdiğinde, ahlaksızlık teşvik edildiğinde, bu alemi paylaşan herkes zarar görür. Bu yaratılmıştık alemini yani maddi sahayı beraber olarak yaşarız ve yaşamak mecburiyetindeyiz. Ama mana mecburiyetten öte bir muhabbet ister. Muhabbet sevgi saygıyla devam eder. Mecburiyet çerçevesinde yaptığımız işler kadar bile biz muhabbet sahasında ahlak gibi bu sevginin istediği güzellikleri ortaya koyamazsak kardeşliğin ve huzurun yok olmasına sebep oluruz. Gözle göremediği bir sahadan gönlüne akan bir mana ve muhabbet yoksa bir kişi burada neyin cefasına tahammül edebilir? Ve neyin sefasını ağız tadıyla sürebilir.
Gözle göremediklerimize inanmak, gözle gördüğümüz nimetlerin tadına vararak yaşamayı sağlar
* Çocuğuna güzel bir ahlak vermek, cemiyete faydalı bir insan yetiştirmek, tebessümle insanları karşılamak, affedici olmak, güzel muameleyle insanlarla hoşça geçirmek… soruyorum size, bunların hangisi manaya gönül vermeden yapılabilecek işlerdir? Gözle görülmeyen o kudrete ve fakat bütün eserlerde varlığını hissettiren o yüce hazrete iman etmeden bir kişi bunları hayatında nasıl başarabilir? Takliden bir iki kere yapsa bile bu ahlak onda nasıl bir davranış şekli halini alabilir? İmansız mümkün değildir. İşte bu sebepten Efendimiz (s.a.s.) "Birbirinizi hakça sevmedikçe iman etmiş olamazsınız" buyurarak aslında bizde olması gereken ahlakın ana kaynağına işaret etmiştir.
Din insanı terbiye eder, iman bizlerin kurtuluşu içindir
* Dünyanın neresinde olursa olsun mutlu olan insanlar inançlı olan insanlardır. İnançsızlar karunlar kadar zengin olsa her istediklerini elde etseler de, hem kendileri huzursuz hem de insanları huzursuz kılan bir ruh halindedirler. İnsan tek başına olamayan ve yaşayamayan bir varlıktır. Ferdi diğerleriyle buluşturan biliştiren ve mutluluk bahşeden yine Allah Teâlâ'nın bahşettiği inanç ve imanla en yüksek noktaya ulaşır.
* * *
GÜNÜN YAZISI
ZİYARET, ZİYAFET, ZARAFET…
Cenabı hakkın rahmeti üzerinize olsun kıymetli okurlarımız ramazan ayında akraba ziyareti, anne baba, ahbap ve tanıdıkların ziyareti ayrı bir önem kazanmaktadır ve ramazanda ihmal edilmemesi gerekir. Yaşadığımız memleketteki manen büyük sayılan göçmüş insanları ziyaret, ahirete intikal etmiş olan akrabalarınızı ziyaret ramazanın daha feyizli istifadesine vesile olur. Göçmüşlerini yad edebilen tek varlık insandır. Efendimiz (s.a.s.) Medine'de bulunduklarında muhakkak haftada bir gün Uhud Şehitleri'ni ziyaret ederler, hemen hemen her gün baki kabristanına yönelerek duada bulunurlardı. Uhud'daki şehitlere giderlerken herhangi bir binekle değil, ruhaniyetlerine saygı için yürüyerek ziyarete giderlerdi. Hz. Ömer hilafeti zamanında hemen hemen her gün öğleden sonra bir vakitte kabristanın yakınlarındaki bir ağacın altında göçmüşlerini ve ölümü yad ederek geçirirlerdi. Dolayısıyla kabir ve türbe ziyaretlerini edep çerçevesinde gerçekleştirmek bizi ramazanın manevi iklimine kavuşturur.
(devam edecek)
* * *
GÖNÜL SAHİFESİ
Gönenli Hocaefendi anlatıyor: "Bir gün polisler geldi ve 'Haydi, Hocaefendi hakkında şikâyet ve soruşturma var, bizimle nezarethaneye geliyorsun.' dediler. Ben de 'Ne yapmışım hayırdır? Derdiniz ne?' diye sordum. 'Biz de bilemiyoruz, artık komisere derdini anlatırsın.' dediler. 'İyi, haydi bakalım gidelim.' dedim. Aldılar bizi sorguya. Çatık kaşlı, böyle kabadayı kılıklı bir baş komiser. Başladı ileri geri konuşmaya. 'Hoca, durmadan para dağıtıyormuşsun, peşine adam taktık. Habire elini cebine daldırıp gelene para veriyorsun, bu paranın kaynağı nedir? Nereden geliyor?' Fakir "Oğlum, ben de bilmiyorum, Allah gönderiyor. Oradan geliyor, buradan birisi bırakıyor, ben de geleni dağıtıyorum. Şimdi sana nasıl anlatayım bilmediğim şeyi.' desem de adam dinlemiyordu. Bir kere takmış kafaya. 'Hayır, Hocaefendi sen, bugün bunu açıklamadan hiçbir yere gidemezsin. Hakkında kesin emir var, ben de amirlerime bu işi çözmeden bırakmayacağıma söz verdim.' Allah Allah… Tam bu sırada kapıyı falan vurmadan içeriye bir adam dalıverdi. Kaptan kıyafeti gibi bir elbise vardı üzerinde. Paldır küldür girer girmez 'Selâmun aleyküm, hoca, neredesiniz yahu, her yerde sizi arıyorum, burada olduğunuzu söylediler. Hemen atlayıp geldim. 'dedi. Kimsin, nesin demeye fırsat bulamadan iki eliyle avucunun arasında tuttuğu bir tomar parayı masanın üzerine atıverdi. Sonra da 'Hocam, bak bunu vermek için seni arıyordum, bu emaneti artık talebeye mi verirsin fukaraya mı dağıtırsın sana ait; ona ben karışmam. Allah senden razı olsun, şimdi acilen çıkıp sefere yetişmem lazım, haydi inşallah görüşürüz, selâmun aleyküm.' dedi; kaşla göz arasında geldiği gibi kapıyı çarptı çıktı gitti.
Baş komiser bir masaya, bir bana, sonra da dönüp kapıya baktı. Üzerindeki şaşkınlığı atınca hemen kapıya yöneldi. Açtı, kapıda bekleyen polis memurunu azarlayarak 'Oğlum, ben burada sorgudayım, nasıl bana sormadan içeri adam alıyorsunuz!' dedi. Polis memuru 'Baş komiserim kimseyi içeri almadık ki!' Baş komiser 'Bak, şimdi çarpacağım ha! Oğlum, içeriye giren adamı kim saldı?' diye gürledi. Polis memur 'Vallahi billahi, kimse geçmedi, kimseyi geçirmedik.' dedi. Memurların hepsi 'Baş komiserim, valla biz kimseyi görmedik.' dediklerinde, bizi sorguya çeken o kabadayı baş komiserin rengi uçuverdi. Bendeniz "Bak, gördün oğlum işte böyle gönderiyor Hz. Allah.' diye kendisine söyleyiverdim.
* * *
AYET-i KERiME
* Muhakkak mü'minler kardeştirler. Kardeşlerinizin arasını düzeltin ve Allah'tan korkun ki size rahmet edilsin.
Hucurat 10
İki insan arasını düzeltmek, hele ki iki mümin kardeşinin arasını ıslah etmek Allah katında çok güzel bir ameldir. Birbiri hakkında kötü konuşanların, kötülüklerini söylememek, bilhassa aile içindeki insanların kendi aralarında sarf ettikleri olumsuz sözleri aktarmamak ve hatta güzel sözler söylüyormuş gibi aktarmak mümine yakışan en güzel ahlak örneklerindendir. İnsanların arasını açmak şeytan işidir.
* * *
Hz. İnsan'dan insana sesleniş
HADiS-i ŞERiF
* Ebu'd-derda R.A. anlatıyor:
"Resülullah (s.a.s.) buyurdular ki:
"Size oruç, namaz ve sadakanın derecesinden daha üstün olan şeyi haber vermeyeyim mi?" "Evet (Ey Allah'ın Resulü, söyleyin!)" dediler. "İnsanların arasını düzeltmektir. Çünkü insanların arasındaki bozukluk (dini) kazır." Ebu Davud, Tirmizi,
* * *
SORDUM ÖĞRENDİM
* Duada ellerin durumu nasıl olmalıdır? Duadan sonra elleri yüze sürmenin dayanağı var mıdır?
Dua sırasında avuçlar yukarıya gelecek şekilde elleri açık tutmak, istek ve niyazın anlamına uygun bir haldir. Ellerin yukarıya, göğe doğru kaldırılması Allah'ın gökte, belli bir mekanda oluşundan değil, göklerin yücelik ve azameti temsil etmesi sebebiyledir. Peygamber Efendimiz (s.a.s.) dua ederken bazen koltuklarının beyazlığı görünecek kadar ellerini kaldırırdı (Buhari). Hz. Peygamber (s.a.s.) buyuruyor ki; "Allah'a avuçlarınızı yukarıya getirerek dua edin, ellerinizin tersini değil. Duayı bitirdiğiniz zaman da ellerinizi yüzünüze sürün." (Ebu Davud). Ancak, Hz. Peygamber (s.a.s.)'in, bela ve musibetler sırasında dua ederken avuçları yere bakacak şekilde dua ettiği de rivayet edilmiştir (Ahmed b. Hanbel). Rasulüllah'ın ellerini kaldırmadan da dua ettiği rivayet edilmiştir (Ahmed b. Hanbel) Namazlardan sonra veya başka zamanlarda dua ederken elleri yüze sürmek, sünnettir
(Ebu Davud).
* * *
"Ya Rabbi bizleri kuranı kerimin ahlakıyla ahlaklandır. Efendimiz (s.a.s.)'e daima yakin eyle."
Âmin.