Ama velede sorarsanız bu onun yaşam tarzıdır, sıra dışı olan esas burnundaki deliği yadırgayan güruhtur! Bense, ev sakinleri dahil pek çok insana sıradışı gelen hatta bu yüzden ukala denilen bir herifim. Çünkü bugüne kadar ne Aşk-ı Memnu'ya, ne Ezel'e, ne Bihter'e, ne de Fatmagül'e takılmışlığım var. Ama mesela Arto uçurur beni! Ruhuma eğlence katar çünkü... Kısaca bana göre 'alışılmışın tersi'nin kuralları yoktur varsa da her toplum kendine göre kafasından uydurup koymuştur bu anlamsız sınırları.
Sıra dışılık kötüdür (!) Bu yargının sahipleri otokontrol diye bir laf icad etmişlerdir.
Nedir oto kontrol?
İnsanın kendisini kontrol altında tutup aşırılıklara kaçmaması... Aşırılık nedir? Bir anlamda koyunun sürüden ayrılıp özgürlüğün yani zekanın ilanı.
Bu kadar tantanayı neden yapıyoruz?
Zaman zaman konu sıkıntısı çeken yeknesak ruhlar için bir can simidi olan dizilerimiz yine gündemde çünkü. Önce Fatmagül kızımız, şimdi de Kanuni abimiz...
Tartışmanın bir tarafı, "Biz yasaklamaya karşı değiliz ama oto kontrol gerekir" diyor... Diğer tarafa söz hakkı yok, şimdilik bu satırlarda onları ben temsil ediyorum.
Burada kişisel oto kontrolden söz etmediğimi belirmek istiyorum hemen. En basitinden, çok içki içen, kumar oynayan ya da 'adam dövmek' gibi hasletleri olanlar kendilerini frenlesinler tabii...
Ama kastedilen 'yaratıcılıkta oto kontrol' olunca işte bu noktada onlara katılmıyorum.
Sanatta; yani sinemada, tiyatroda kimi zaman da dizilerde 'özgür ruhun' serbest bırakılmasından yanayım her şeyden önce. Ki böylece ruh zıplayabildiği kadar zıplasın ve ortaya sıra dışı işler çıkarsın. Bu zıplama yeteneği ayrıca senaryo yazmakta da işe yarayacaktır, o hikayeyi beyaz perdeye aktarmakta da. Hatta bu yaratıcılık köşe yazarlığında bile fena halde gereklidir... "Sıradışı insanların yarattıkları işler hep akılda kalıcı olmuştur" lafı boşuna değildir yani. Bundan yoksun yazılar, neden söz ederse etsin, tekniği ne kadar sağlam olursa olsun can sıkıcıdır...
Şimdi başka bir trene koyuyoruz sözlerimizi; yine bir dizi senaristi düşünün, "Aman RTÜK kızar" diye trenin lokantasında kahramanlarına içki içiremiyor. Belki böyle bir yasak yok ama oto kontrol var!
Oysa vagonlar kendi başına buyruk hayatlarımız gibi sarhoşça ilerliyor... Çuf... Çuf... Çuf...
Bir yönetmen düşünün...
Atatürk'e içki içiremiyor, oto kontrol devrede... Ama Mustafa Kemal o trenden el sallıyor bunlara... Sonra katar yol alıyor çuf, çuf, çuf... Yasak yok aslında.
Ama insanlar korkuyor.
Otokontrolün diğer adının o malum mahalle baskısı olduğunun farkında bile değil...
Kanuni hareme giremiyor, Bihter tecavüze uğrayamıyor, bir performans sanatçısı (Şükran Moral) cinsel istismarı eleştirmek için lezbiyen bir gösteriye imzasını atamıyor... Ve hiç kimse idrak edemiyor. Sanatçı oto kontrol yapmaz, yapamaz... Yaparsa bize benzer.
Diğer yanda 'kamera arkası' yani bizler daha özgür bırakılıyoruz.
Hayallerimizde her türlü rezillik serbest ama bu konuyu bize aktaranlar suçlu.
Ve hayat katarı tüm yasaklara rağmen ilerliyor.... Ta ki en arka vagona bir yolcu binene kadar.
Yetmiş yaşına yaklaşan "genç" bir adam bu...
Başında beresi, elinde sarı madeni borusu, üflediği anda katarı durdurabileceğini sanıyor; Hayat katarının ardına bağlı vagonda yolcuyum Katarın gittiği yere doğru Çöh, çöh, çöh, çöh Hayatta her merhale bir istasyon Durmak istiyor katar bu istasyonlarda Dinlenmek istiyor Fakat ben, acelem ne bilmem Sarılınca elimdeki boruya Üflüyor, üflüyorum, Düüt!
Nereye gider bu katar?
Diyorlar ki niceleri gittiler de bir daha geri dönmediler Boruya üflüyorum ben yine... Düüt Ve katar hızlanıyor yeniden Çöh,çöh,çöh,çöh Lokomotif yorgun argın kemiriyor mesafeleri Mesafeler tekerleklerin altında eriyor sanki Çöh,çöh,çöh,çöh Biliyorum ilerisi uçurum, fakat sen yürü yavrum Gerisi beter, gerisi malum.
Bu şarkının sahibi Erkin Koray. Şimdi düşünün Erkin baba bizden biri olsaydı, böyle manyakça sözleri yazabilir miydi?
Seçim sizin; Sıradan uyuz bir yaşam veya sıra dışı ama içinde müthiş tatlar barındıran bir hayat.