Ve hani tıpkı bunun gibi Anıtkabir'e gidip "Ses ver Atam; en azından sen kalk ben yatam" diye seslenenler var ya..
Şimdi de Çankırı'dan yola çıkıp İnebolu'ya kadar giden iki bin kadar kadın şapka devriminin yıldönümü için başlarına şapka takmışlar.
Taksınlar elbette.. Belki bunun filmini de yaparlar!
Gerçi o zaman da birileri tıpkı Gani Müjde'nin ve Can Dündar'ın filmlerine kızdığı gibi yine höykürmeye devam edecektir. Höykürenlere öykünenlerin sayısı ise pek tabii ki az olmayacaktır.
Oysa Atatürk bir filmle küçültülecek kadar küçük bir isim olmadığı gibi, bir filmle büyütülecek kadar yine küçük bir isim de değil..
Atatürk'ün büyük bir isim olduğunu aklı ve vicdanı olan herkes teslim eder, etmelidir ve zaten etmektedir.
Fakat aklı bir karış havada olan, vicdanı ise yerlerde sürünenler öyle düşünmez; ya ne yapar?
Şunu yapar? Ya "Atatürk hiçbir şeydir" der ya da "Atatürk her şeydir" der..
Oysa Atatürk "çok şeydir", dolayısıyla Atatürk, fotoğrafının yer aldığı para gibidir; çünkü para da ne her şeydir ne de hiçbir şey..
Hatırlayınız, Yargıtay Başsavcısının Ak Parti hakkında düzenlediği iddianamede şu cümle bile yer alabilmişti:
"Dini bayramlar bu hükümet döneminde ulusal bayramların önüne geçti"
Hayır dalga geçmiyorum, dalga dalga yayılan "gericilik" işte buymuş!
Hani Başsavcı içki satışlarının düşüşünün irticanın ne kadar arttığına kanıt olduğunu dillendiriyordu ya..
Bu mantığa göre demek ki dini bayramlarda akide şekeri, baklavalık un, limon kolonyası gibi tehlikeli madde içeren "irticai metaların" satışının artması da irticanın ne kadar vahim boyutlara geldiğinin delili oluyor.
Hele hele kurban bayramı döneminde dağda bayırda kırda ovada "davar" kalmaması, Türkiye'yi otomatik olarak İranlaştırmaktadır.
O yüzden Kurban bayramlarında inek ve koyun satışının artmasına "dikkat çekilmiştir".
Hayır hayır, benim yazı üslubuma aşina olanlar şimdi şunu düşünmesin..
Kalkıp da "Fikri, lafı Telli Baba'dan açtı, oradan kargaya, kargadan davaya, davadan davara lafı getirdi" demeyiniz.
Gerçi ben davardan anlamam, kaldı ki ben "kargadan başka kuş" da tanımam!
Şimdi, bu karga önemli bir hayvandır.
O kadar ki bu kargalar, dönemin çocuklarının tarla adı verilen "kablosuz alanda" oynamak için "playstation" görevi görürler.
Sesi, yokuş yukarı çıkmakta iken şaftı kaymış Bedford kamyonun eksoz borusundan çıkan sese benzer..
İşte adına karga denilen bu zeki hayvanın zooloji bilimindeki yerini bilmem ama Türk İnkılap Tarihi'ndeki mümtaz figürasyonunu çok iyi bilirim.
Kargalar "umumiyetle" tarlalarda dolaşır; golf sahalarında pek, hatta hiç dolaşmaz, çünkü buradan "ekmek" çıkmayacağını bilecek kadar akıllıdır.
Yine peki, "bilim ve din birbirine karıştırılmamalı" diyenlerin "bilim ve sanatı" birbirine karıştırma hakkı var mıdır?
Başbakan'ı, bırakınız kedi kovalarken, bizatihi kedi olarak karikatürize ettiğinizde bu sanat oluyor da Atatürk'ün karga kovalarken ölen bir "insan" olarak perdeye yansıtılmasına niçin kızıyorsunuz?
(Burada eklemeliyim; Başbakan Erdoğan'ın, kendisini kedi olarak çizen Musa Kart'a dava açmış olması demokratik açıdan da doğru olmamıştır; siyasi strateji açısından da..)
Diyelim ki Atatürk ile ilgili bir film çekildi ve sahnede bir karga göründü. İşte filmdeki bu sahne aynen yer alırsa sanıyorum memlekette karga nesli tükenecektir.
"O kargalar olmasaydı Atatürk ölmeyecekti" diyecek olan pek çok insan leblebi gibi karga avlayacaktır!
Eh kılavuzu karga olanların, bilimi kılavuz edinen Atatürk'ü sevdiğini ispat etmek için karga öldürmesine, sanıyorum kargalar bile gülecektir!