Şehir tarihimiz açısından İstanbul'un simge mekânlarından birisi olan Bizans'ın Hipodrom'u, Osmanlı Devleti'nin At Meydanı, Osmanlı dönemi boyunca açık bir alan olarak kullanılmıştır. Bizans döneminde olduğu gibi dönemin çeşitli faaliyetlerine şahitlik etmiştir. At Meydanı ismi verilen mekânda yer yer cirit ve at yarışlarının yapıldığı, Osmanlı hanedanının düğün ve sünnet gibi görkemli şenliklerinin düzenlendiği, hatta Fatih Sultan Mehmed'in de gürz talimi yaptığı bilinmektedir. Lady Montegu 10 Nisan 1718 tarihinde, İstanbul'dan Lady Bristol'e yazdığı mektupta, ''Laf aramızda Londra'daki St. Paul Kilisesi Ayasofya ile kıyaslanmayacağı gibi en bakımlı meydanlarımız da At Meydanı ile boy ölçüşemez'' diyordu.
Fakat devrin her türlü siyasal ve kültürel gelişimlerine şahitlik etmiş meydan zamanla bakımsız kalmış, yangınlar ve depremler sonrasında açık alana sığınma ihtiyacı hisseden vatandaşların kurduğu geçici barakalarla tarihi meydan bakıma muhtaç hale gelmiştir.
At Meydanı'nı düzenlemeye yönelik ilk ciddi adım Sultan Abdülaziz döneminde atılmış, 1856 yılında Yılanlı Sütun ve Dikilitaş'ın temellerinde kazılar yapılmıştı. Kazıları yapan İngiliz arkeologlar, At Meydanı'nın orijinal seviyesini tespit etmişlerdir. 1861 yılında Zaptiye Nazırı Hüsnü Paşa'nın girişimi ile meydan, bir park olarak düzenlendi. Bu hususta diğer bir ciddi girişim ise Sultan Abdülhamid'in iradesiyle gerçekleşti. Ticaret Mektebi, Defter-i Hakani Nezareti, Baytar Mektebi bu dönemde yapıldı. Sultan'ın ikinci girişimi, 1899'da Alman İmparatoru II. Wilhelm de meydanın kuzey ucunda yapılması için bir çeşme hediye etti.
Sultan II. Abdülhamid Han'ın talimatıyla çalışmalar yapan Fransız şehir plancısı Bouvard, meydan için çizdiği tasarımlarda At Meydanı'nı orijinal seviyesine indirmişti. Taban, simetrik inşa edilecek birkaç merdivenle ciddi seviyesine ulaşacaktı, meydanın Divanyolu'na erişen kuzey ucunda bir giriş düşünülmüştü. Bir önceki tasarımda budama ile biçim verilmiş peyzaja sahip köşe noktalarında ağaçlar bulunan simetrik Fransız Bahçesi, görünümünü korumuştu. Dikilitaş, Yılanlı Sütun ve Örme Sütun'un sıralanışı simetriyi sağlıyor ve meydana hafifçe Paris, hatta Concorde Meydanı havası veriyordu.
Meydanın iki tarafında yükseltilmiş bir kaldırım boyunca dikilecek ağaçlar, meydana zarif bir sınır çizecekti. Bouvard tasarısında, 1616 tarihinde inşa edilmiş Sultan Ahmed Külliyesi Medresesi'nin tamamen, bahçe duvarınınsa kısmen yıkılmasını, böylelikle At Meydanı'nın uzun cephesini dik açıyla kesen hattın vurgulanmasını sağlamayı önermişti.
Caminin avlusuna tipik bir Fransız bahçesi yer alacak, avlunun ortasındaki Alman Çeşmesi, üstü açık heykelvari bir yapı ile değiştirilecekti. Projeye göre At Meydanı'nın batısındaki 16. Yüzyıl yapısı İbrahim Paşa Sarayı da yıkılacak, yerine polis müdürlüğü yapılacaktı. Bu dev bina, At Meydanı'nı boydan boya kaplayacak, ''e'' harfi biçiminde, yaklaşık 480 metre uzunluğunda olacak, ölçek ve plan itibariyle Bouvard'ın Paris'teki şaheseri Sanayi Sarayı'na benzeyecekti.
Ancak Bouvard'ın tasarladığı proje, Osmanlı idaresi tarafından beğenilmemiş ve uygulanmamıştır.
Salih Münir Paşa, Sultan II. Abdülhamid Han'ın talimatıyla Fransız Şehir Plancısı Bouvard'a, İstanbul Nazım İmar Planı hazırlamasını teklif etmiştir. Teklifi kabul eden Bouvard, İstanbul'un büyük boy fotoğraflarını sipariş ederek, Paris'te bu fotoğraflar üzerinden çalışmalar yapmıştır. İstanbul için adeta yeni bir ima önerilen bu projelerde, anıtların ön plana çıkarılması ve temaşa alanlarının açılması prensibini tavsiye etmekteydi. Bouvard'ın tasarladığı At Meydanı projesinde, şehrin tarihi dokusunu korumayı amaçlamışsa da Beyazıt Meydanı tasarından farklı bir yaklaşım benimseyerek, kentte gerçek bir şehir merkezi önerisi sunuyordu.
Bouvard'a çizdirilen Beyazıt Meydanı projesinde, yüzyıllardır var olan meydanın boyutları genişletilerek büyük bir dikdörtgen alan oluşturulması ve Harbiye Nezareti'nin bulunduğu eksen üzerine bir Belediye Sarayı konumlandırılması amaçlanıyordu. Oluşturulan bu yeni meydan, kuzey-güney ve doğu-batı eksenleriyle merkez noktalarında fıskiyeler bulunan, 4 kareye bölünecekti. Bu projenin ana unsuru olan Belediye Sarayı, devasa merkez kulesiyle olukça dikkat çekecekti.
Meydanın batısındaki Sultan Beyazıt Medresesi yıkılacak, yerine avlulu ve kubbeli ikiz binalar inşa edilecekti. İnşa edilmesi tasarlanan bu binalar, Sanayi ve Ziraat Müzesi ile devlet kütüphanesi için, eğitim-kültür ile modernleşmiş ve ilerlemiş bir şehrin olduğu mesajı verilecekti.
Adeta Paris'in kötü bir kopyası sayılan ve şehrin topografyasının dikkate alınmadan tasarlandığı bu proje Osmanlı idaresi tarafından beğenilmemiş ve uygulanmamıştır. Sultan Abdülhamid, sadece yaptıklarıyla değil yaptırmadığı bu proje ile de övgüyü hak etmektedir.
Rumeli ve Anadolu Yakası ile birbirinden farklı güzellikleri bünyesinde barındıran İstanbul'un, geçmişten günümüze ne büyük sorunlarından birisi hiç şüphesiz ulaşımıdır. Şehir içi ulaşım problemlerinin çözülmesinin yanı sıra boğaz ile birbirinden ayrılan iki yakanın birleştirilerek ulaşımda rahatlama sağlanması hususu, şehrin yönetenlerin ulaşımdaki en önemli gündem maddesi olmuştur.
Rumeli ve Anadolu'yu birbirine bağlamak için tarih boyunca köprü projeleri yapılmıştır. Lakin Sultan II. Abdülhamid döneminde, boğazın altından yapılacak bir tünel ile iki yakanın birbirine bağlanması hedeflenmiştir.
Cisr-i Enbubi ismiyle bilinen tüp geçiş projelerinin ortaya çıkışı, biraz da o dönemki demiryolu alanındaki ilerlemeden dolayıdır. 1873 yılında Sultan Abdülaziz döneminde Haydarpaşa merkezi demiryolu ile Anadolu'ya, 1888 Sirkeci merkezli demiryolu ile de Edirne'ye hatta Avrupa'ya ulaşmıştır.
Geriye bu iki yakada yer alan Sirkeci ve Haydarpaşa garlarının boğazın altından yapılacak bir proje ile kesintisiz ulaşım için bağlantı kurulması kalmıştı. Bu iki istasyonu kesintisiz şekilde birbirine bağlamak, 19. yüzyıl sonlarında dönemin yöneticilerinin temel hedefiydi. Önlerindeki en büyük engelse sert akıntıya sahip boğazdı.
Osmanlı'nın her alanda ilerlemesini, çağının gerekliliklerini yerine getirmesini hedefleyen Sultan II. Abdülhamid'in bu olumlu tutumu, devletin Payitaht'ının gelişmesi için uzmanlar tarafından proje sunulmasının önünü açıyordu. Bu alanda ilk proje, 3 Ağustos 1891 tarihinde Fransız Mühendis Simon Prealut tarafından Sultan'a arz ediliyordu. Sultan II. Abdülhamid Han'ın tuğrasının olduğu proje ve eskizi, Ankara Cumhuriyet Arşivleri ve İstanbul Atatürk Kitaplığı'nda yer almakta olup, 1990 yılında Cahit Kayra tarafından gün yüzüne çıkartılmıştır.
Preault'un projesinde, 13 ayak üzerinde oturtulan 3 km'lik uzunluğu ile tüpler, gidiş-geliş çift şeritli olacak ve yükseklikleri 4,300 metre, iç genişliği 3,20 metre olarak planlanmıştı. Küp içinde seyreden ve demir örgü ile çevrelenen tüpler içinde tren çizimleri yer almaktaydı. ''Deniz Altı Çelik Tünel'' olarak isimlendirilen proje, Salacak-Sarayburnu arasında düşünülmekteydi. Teklif metni Fransızca olan projede, imtiyaz sözleşmesi, anlaşma, inşaat projesi, bakım ve işletmeden oluşan teklif ile birlikte 33 sayfadır. 1891 yılında böyle bir projenin düşünülüp teklif haline getirilmesi bir mühendislik, teklifin kabul görerek değerlendirilmeye alınması ise idare bir cesaretti.
Sultan II. Abdülhamid döneminde, S. Prerault'dan 11 yıl sonra Amerikalı Mühendis Frederik E. Storm ve arkadaşlarının ''Cisr-i Enbubi fil bahr'' isimli projesi, bir başka tüp geçit olarak sutana arz edilmişti.
Amerikalı Storm'un projesinde, denizin dibinde 16 payandayla raptedilecek bir tüp geçidin içinden, ikisi yolcuya biri de eşyalara mahsus, üç vagonlu bir tren işleyecekti. İstasyonların yeri ise teklifte tam saptanmamıştı. Projede 1890'da inşa edilen Sirkeci Garı'na karşılık Asya Yakası'nda anıtvari bir gar düşünülmüştür. Hükümet, teknik eksiklikle gördüğü bu projeyi uygulanabilirlikten uzak bulmuştur.
Tüp geçit projeleri, Sultan II. Abdülhamid'in büyük bir fedakârlıkla yürüttüğü imar faaliyetlerinin bir devamı olan, fakat tahttan indirilmesiyle yarıda kalan birçok projeden sadece birisidir. Sultan II. Abdülhamid, ortaya koyduğu ufuk ve vizyon sayesinde, kendinden sonra gelen yöneticilere ilham olmuştur. Denizin altından iki yakayı birbirine bağlama projesi yıllar sonra gerçeklemiş, İstanbul'da ulaşım kolaylaşmış ve çağını aşan ufkuyla Sultan II. Abdülhamid Han, günümüzde medyunu şükran ile anılmaktadır.
Sultan II. Abdülhamid döneminde, İstanbul Boğazı'nın Sarayburnu-Üsküdar ve Rumelihisarı-Kandilli arasında olmak üzere iki köprü ile bağlanması projesi yapılmıştı. 1900 yılında Fransız inşaat mühendisi F. Arnodin'in tasarladığı boğaz köprüsü projesinde, suyun üstünde yer alacak köprülerin, Eyfel Kulesi'nin yapıldığı çelik teknolojisiyle yapılması hedefleniyordu.
Sarayburnu-Üsküdar arasındaki aktarma köprüsünün, iki kara tarafından ayakları arasındaki mesafe 1700 metreydi. Projede beş ayak üzerine kurulması planlanan körünün, orta yağının 32 metre derinlikteki deniz tabanına oturtulması planlanmıştı. Denizden yüksekliği 50 metre olan köprünün altına asılacak teleferikle vagonların taşınması hedefleniyordu.
Rumelihisarı-Kandilli arasında yapılması planlanan köprü vesikalarda, ''Cisr-i Hamidi'' olarak isimlendirilmiş sabit bir köprüydü. Projede istasyonların Bakırköy ve Bostancı'ya kurulması, böylece demiryolunun şehrin dışından geçmesi planlanıyordu. Boğaziçi'nde yapılacak olan bu köprü aynı zamanda Bağdat Demiryolu hattına da bağlanacaktı.
Cisr-i Hamidi Projesi, büyük bir bina üzerine minarelerle ve Kuzey Afrika mimarı tarzında kubbelerle süslü, som kargir destekler arasında kurulu, çelik halatlarla havada asılı demirden bir bina manzarasında idi. Bu kubbelerden her biri granitten yapılmış bit sütun üzerinde olup, bunların üzerine toplar kurulmuştu. Döner kuleler sayesinde askeri savunmaya fa faydalı olacak olan köprü, aynı zamanda boğaz geçişlerini de kontrol altında tutacaktı. Köprünün geceleri çok güzel bir şekilde ışıklandırılması da projenin önemli bir tarafını oluşturuyordu.
Bu köprü yani Cisr-i Hamidi de tren, araba ve yayaların geçmesi için özel yollar ve basamaklar bulunmaktaydı. Dev bir kaideüzerinde yükselen köprüde cami de bulunmaktaydı. Bu köprü ile Medine'den trene binen bir kimsenin Viyana'da inmesi mümkün olacak ve Cisr-i Hamidi bu hattın kalbini oluşturacaktı. Sultan II. Abdülhamid Han'ın tahttan indirilmesiyle bu proje de akim kalmıştır.
Tarih boyunca Haliç'in iki yakasını birbirine bağlamak için birçok köprü projesi tasarlanmış ve bunlardan birkaç tanesi anca uygulanmıştır. Bezm-i Âlem Valide Sultan tarafından Haliç'te yaptırılan eski köprünün mimari açıdan fazla iddialı olmayan tasarımına karşın, Bouvard'ın projesi herhangi bir Batılı seyyahın kolaylıkla modern mimarinin en seçkin örneği olarak görebileceği bir yapıyı öneriyordu. Bouvard'ın çizimindeki Haliç, gerçek Haliç'ten daha geniş, daha geniş, köprüsü de bu sebeple daha uzun görünüyordu.
Sahildeki gezinti alanları köprüsünün etrafındaki yapılan anıtsallığını vurguluyordu. Paris'te yer alan Napoleon Bonapart'ın anıt mezarı Hotel des Invalides, II. Alexandre Köprüsü'nün odak noktasıysa, Bouvard'ın Haliç'e düşündüğü müstakbel köprünün güney ucundaki Yeni Cami'de aynı şekilde Haliç'te yapılacak köprünün odak noktası olarak düşünülmüştü. Tasarlanan köprünün ayakları heykeller ve aydınlatma malzemeleriyle donatılmış, meydan girişleri ise abidevi bir yapıya kavuşturulmuştur.
Projede eksik görülen kısımlara rağmen, Osmanlı yöneticileri tarafından proje olumlu yaklaşılmıştır. Sultan II. Abdülhamid, projenin hemen hayata geçirilmesi yönünde sefire emir vermiş ''İntihap edeceğin mühendislere söyle, şehrin elektrik tesisatını gazda olduğu gibi hükümet hesabına yaptırmayı ve elektrikli tramvay inşaatının da hükümetle müştereken yerli sermayedarlara imtiyazla vermeyi münasip görüyorum, bu iki iş için lazım gelen planlamayı da yapmayı unutmasınlar'' demiş ve işte bu sebeple Osman Nuri'ye göre kıyamet kopmuştu; İstanbul gibi bir şehrin elektrik ve tramvay işlerini elde ederek bu yüzden milyonlar kazanmak isteyen saray erkânı ve o devrin tüccar zihniyetli cezirleri işe el atmış fakat muvaffak olamamışlardır.
Karşılaştıkları bu olumsuzluk sonrasında, Fransa'dan bu işler için gelecek amale ve ustalar komünist olduklarından burada türlü türlü fenalıklar yapacaklarından bahisle Sultan'ı korkutmuşlar ve vazgeçirmişlerdir.
Sultan II. Abdülhamid ise bu işten tam manasıyla vazgeçmemiştir. Altı yıl önce kendisine gönderilen resimlere bakarak projesini tasarlayan Bouvard, Sultan'ın ısrarları neticesinde 1908 yılında İstanbul'a gelir. Bu kez şehri inceler, tetkikler yapar sonra da bir rapor hazırlar. İkdam gazetesinde yayımlanan rapora göre, şehrin fenni bir haritası olmadan plan tanzimine imkân olmadığı belirtilir. Bouvard'ın tavsiyesi üzerine İstanbul haritasının elde edilmesi işi Fransız Topografya Cemiyeti'ne verilmiştir. Ardından Lyon Belediyesi Başmühendisi Aurigue, birkaç uzmanla birlikte İstanbul Şehremaneti Fen Heyeti Müdürlüğü'ne üç yıl için atanmıştır.
Galata Köprüsü Projesi'nin tamamlayıcı unsuru olan bu projenin sahibi de Fransız Şehir Plancısı Budvard idi. Boudvard, bu proje ile şehrin kuruluşundan itibaren yoğun deniz trafiğine ve canlı bir rıhtıma sahip olan Yeni Camii önünü geniş bir meydana kavuşturmayı amaçlıyordu. Bu projede meydanın sınırlarını, camiyi çevreleyen iki çeyrek daire oluşturacaktı. Bunun yanı sıra Yeni Camii'nin yanlarına iki bina yapılması tasarlanıyordu.
Kendine özgü tasarım anlayışıyla Boudvard, Yeni Camii'nin Haliç'e bakan cephesinde geniş bir meydan ile meydanın ana aksında bir köprünün olmasını öngörmüştür. 1878 Dünya Fuarı'nda inşa edilmiş olan Trecadero Sarayı'nı andıran tasarımdaki meydanın sınırlarını iki çeyrek daire belirlemektedir.
Ancak Yeni Camii, Bouvard'ın hayalindeki simetrinin hakkını veremiyordu. Minareler her ne kadar Trecadero Sarayı'nın kulelerine benzese de simetrik olarak köprüye bakmıyor, ayrıca caminin avlusu da simetriyi bozmaktaydı. Simetride yer alan bu kusuru örtmek için köprünün uç kısımlarına, köprünün iki taşıyıcı ayağını yerleştirmeyi tasarlamıştı.
Bouvard tasarımında, taşıyıcı ayakları yükselterek şark esintileri sunarken, ayakların üzerine kubbeler ve tepe kısımlarına hilaller düşünmüştü. Bu projede, yeni Camii'nin kubbesi ile Galata Kulesi uyum göstermekteydi. Proje, Sultan II. Abdülhamid Han'ın 1909 yılında tahttan indirilmesiyle rafa kaldırılmıştır.
Kanuni döneminde av sahası olan bölge, Sultan I. Ahmed döneminde hasbahçeler arasında yerini almış, Sultan II. Selim döneminde de bölgede yapılaşma başlamıştır. Tüm bunların birikiminde Yıldız Bölgesi, Sultan II. Abdülhamid Han ile özdeşleşmiş bir mekândır. Topkapı, Dolmabahçe saraylarından sonra devletin yönetim merkezini 1877 yılında Yıldız'a taşıyan Sultan Abdülhamid Yıldız Sarayı ve bahçesini dışarıya kapalı, büyük ve organik yerleşimin hâkim olduğu, muhteşem bir komplekse dönüştürmüştür.