Kuşkusuz yazılıp çizildiği gibi "melek" ya da "şeytan" olarak değil. Gazete akademik bir yayın organı olmadığı için popüler bir dille anlatmayı deneyelim. Öncelikle "Gazete nedir?" sorusundan başlayalım.
İtalyanca'nın bir lehçesi olan Venedik dilinde "gazeta" kuruş gibi bir çeşit bozuk paraydı. Venedik ile Osmanlı savaşı haberlerini okumak için bir gazeta vermek gerekiyordu.
Parası olmayan da haliyle öğrenemiyordu ya da kulaktan dolma çoğunlukla çarpıtılmış haliyle haber öğrenebiliyordu.
Bilme ve öğrenme hep belli sınıfların ayrıcalığında kalmıştır. Batı dillerinin çoğunda okul anlamına gelen sözcüğün kökeninde, eski Yunanca'da "boş zaman" anlamı vardır. Çünkü ancak boş zamanı olan, çalışmak dışında böyle bir lüksü olan okula gidebiliyordu. Yaygın eğitim, öğretim ve okul, kapitalizmin fabrikalarında çalışabilecek kadar tahsil zorunluluğundan ve de çocukların o ideolojiye göre yoğrulması ihtiyacından doğmuştur.
AMAÇ HABERCİLİK DEĞİL
Gazete sözcüğünün Türkçe'ye girmesi de tarihin bir cilvesi olarak yaklaşık iki asır sonra, Avrupa'da yayınlanan gazeteleri, özellikle de Osmanlı hakkında yazılanları tercüme etmek için kurulmuş özel bir odadan gelir. Avrupa'da gazetenin yaygınlaşması, yükselen sınıf olan burjuvazinin haber, enformasyon açlığından doğdu. İktidara önce ortak sonra da sahip olmak isteyen burjuvazi hem dünyada hem de ülkesinde ne olup bittiğini bilmek istiyordu; çünkü bilgi güçtü. Osmanlı'da böyle bir burjuvazi olmadığı için, böylesine bir ihtiyaç da doğmadı.
Bizde gazeteye ihtiyacı devlet duydu.
Çünkü devlet modernleşiyordu ve bu modernleşme, dış dünyaya ve memurlara "doğru" bir şekilde anlatılmalıydı. O yüzden ilk çıkan gazeteni adını bile Sultan II. Mahmut bizzat koydu ve çıkış fermanında da "dine ve devlete zarar" vermeyeceği vurgulandı. İlk baskısı 5 bin adetti ve yönetim kadrolarına dağıtıldı.
Özel girişim olarak çıkan gazeteler de, Batı'dan farklı olarak habercilik yapmak amacıyla değil, dönemin yeni çıkan zümresi olan aydınların düşünce ve yorumlarını iletmek için kuruldu.
Bir talep doğrultusunda talebe karşılık olarak değil, gazeteyi çıkaran kişi veya kurumun ideolojisini, siyasetini önce belli zümrelere sonra da bütün bir kitleye tesir etmek için çıkmasıyla Türk basını Batı'dan ayrılır. Buna Hürriyet'i kuran Sedat Simavi'den örnek verelim. Gazetenin çıktığı tarih olan 1948'den, 1953'teki vefatına kadar başyazılarında en çok Kıbrıs'a yer verdi.
Gazetede sadece başyazılarında değil baş sayfasından itibaren Kıbrıs'ı en önemli gündem maddesi yaptı. Düşünceler yanlış ya da doğru demiyorum. Batı'dan farklı olarak bir gazetenin, sahibinin görüşleri doğrultusunda dış siyaseti yönlendirme girişiminden bahsediyorum. Üstelik de gazete o güne kadar çıkan bütün gazetelerden farklı olarak, bugün dilimize yerleşmesi tabirle "light" yani asıl olarak fikir gazetesi değil de magazin ve sansasyonel haber veren bir yapıya sahipken bu normal miydi? Üstelik daha sonra bahsedeceğimiz 6-7 Eylül felaketinde meselenin yazı boyutunda kalmayıp sokağa, eylem boyutuna da sıçradığını göreceğiz.
'BOMBA' HABER OLAY YARATTI
Batı'dan farklı bir şekilde doğan Türk basını, buna rağmen daha iyi şeyler yapabilir miydi? Evet, yapabilirdi üstelik de isterse çizgisi hafif, magazinel olsa da yapabilirdi. Gazete neredeyse sonsuz denecek haber içinde günlük olarak kendisine uygun haberi seçer. Bunda yadırganacak bir şey yoktur ama bu haberin doğru olması şartıyla. Örneğin, bugün "asparagas" olarak dilimize yerleşmiş, tamamen uydurma, yalan haber anlamına gelen kelimenin nasıl çıktığını anlatalım.
Yıl 1963, 14 Nisan tarihli Hürriyet'in ilk sayfasında bomba bir haber var.
Rahmi Turan'dan aktararak Doğan Uluç, anılarında o haberin öyküsünü şöyle anlatıyor: "O gün istihbarat salonuna foto muhabiri Yurdaer Acar telaşla giriyor. Elindeki büyük fotoğrafları masamın üstüne koyuyor: 'Bomba gibi bir haber yakaladık.
Bak şunlara' Resimlerde, ağaçlar arasında bir kulübe var. Önünde kovboy şapkalı bir erkek, parmakları gitarın tellerinde, yanında genç bir kız... Diğer resimlerde kızla erkek ocakta yemek pişiriyorlar. Yurdaer 'Amerikalı bir sanayicinin kızı bu. Tanıştığı Türk gencine sırılsıklam âşık olmuş. Bebek sırtlarında bir kulübede yaşıyorlar.
Hikâyeleri çok ilginç' diyor. Yurdaer'i dinlerken Uluç'un gözü, kapının üzerinde iri harflerle yazılı 'Azparagas' sözcüğüne takılıyor: 'Ne demek Azparagas?' Yurdaer 'Bunlarda para az, gerisi gaz' diyor.
Bu atlatma haberi yakalayan muhabir ise Yener Tuğrul... O anda haberi yazmakla meşgul... Ertesi günü resimli haber birinci sayfadan patlıyor gazetede... Başlık: 'Amerikalı kız, Türk sevgilisiyle bir gecekonduda yaşıyor'. Olay güya şöyle: 'Yaşar Sönmez adlı 21 yaşındaki Türk genci, New York'ta Betty Asbade ile tanışıyor. Amerikalı bir sanayicinin kızı olan 19 yaşındaki Betty, öğrenci Yaşar'a âşık oluyor. Yaşar'ın eğitimi bitiyor, gemiyle Türkiye'ye dönerken, Betty rıhtımda gözyaşları döküyor. Türk öğrenci ailesine Amerikalı kızla evlenmek istediğini söylüyor.
Babası şiddetle karşı çıkıyor. Bu arada sevgilisini özleyen Betty, uçağa atlayıp İstanbul'a geliyor. Bebek sırtlarında bir gecekonduya yerleşiyorlar. Yemeklerini kulübede pişirip, nikâh gününü beklerken de, Yaşar geceleri gitar çalarak sevgilisine aşk şarkıları söylüyor. Tam filmlik senaryo! Muhabir Yener Tuğrul ve foto muhabiri Yurdaer Acar bu haber için büyük para ödülü alıyor ama iki gün sonra olayı araştıran bir başka gazetede haberin uydurma olduğu şöyle ilan ediliyor: 'Amerikalı kız ile Türk sevgilisi haberi tamamen yalan. Kız Amerikalı değil Türk. Gitarlı genç ise erkek kardeşi... İki kardeş, bir deniz subayının çocukları!" Bundan sonrası anlatılmamış ama bomba haber(!) çok tutunca ertesi gün de devam edilip ayrıntılara giriliyor. Kısacası haberin yalan olduğu ortaya çıkana kadar devam ediliyor. Bu olay, muhabir bizi kandırdı, işten atıldı diye aktarılıyor ama bu örnek Simavi'nin gazete anlayışına karşılık geldiği için gazetede yer buluyor ve asıl eleştirilmesi gereken sadece haberin yalan olması değil bir yayın politikası.
GÖRÜLMEMİŞ BAŞARI!
İkinci Dünya Savaşı yorgunu Türkiye, o günlerin ciddi ama belki de asık yüzlü görünen gazetelerinin aksine, sadece aydın sayılabilecek kitleye değil de çok daha geniş kitlelere hitap eden, popüler milliyetçi, devletle aynı ideolojik dili konuşan ama bunu çok daha basit hatta çoğu zaman bayağı dille anlatan bir gazete düşüncesi Sedat Simavi'nin ticari başarısıdır elbette. Bunda da daha önce çıkardığı mizah dergisinin nasıl etkili olduğunu görmesi yatar.
Mizah abartmadır, çünkü temel olarak abartılmış bir şeye gülünür. Sedat Simavi, kuruluşundan itibaren genel olarak abartma, çoğu kez gülümseterek bir ideolojiyi ve siyaseti (kuşkusuz devletin ve statükonun ideoloji ve siyaseti) benimsetme ve farklı bir reklam-ilan çizgisi izleyerek o güne kadar basında görülmemiş bir tiraj başarısı yakaladı. Bu çizgi oğullarının çıkardığı Hürriyet ve daha da abartılmış haliyle Günaydın'da sürdü.
EZİLENLER YOK SAYILDI
Peki ya halk, ezilenler, devletle çatışma içine girmiş insanlar ve kitleler? Onlar yok sayıldı veya karalandı. Başka bir örnek ve daha yakın tarihten: Fatsa'nın yasal olarak seçilmiş belediye başkanına karşı yalan ve karalama kampanyasında Tercüman'dan daha etkili olarak Hürriyet başı çekiyordu. Çünkü etki ağı çok daha genişti ve sadece sağ görüşlülere hitap etmiyordu. Neden iki astsubayın kaçırıldığı yalanını haber yaptı? Çünkü devlet öyle istiyordu.
FATSA YALANI...
Bugün bile gözümün önünde Hürriyet'in "Fatsa'da iki astsubay kaçırıldı" manşeti daha doğrusu yalanı.
Demirel'in en son olarak "Fatsa'nın hakkından gelmeye mecburuz" demeciyle operasyon tarihi de 9 Temmuz olarak belirlenmişti. Hürriyet, acar gazete pozuyla, 9 Temmuz'da "Fatsa'da Nokta Operasyonu" manşetiyle çıkıyordu. Operasyon nasılsa iki gün sonraya ertelenmişti, ama Hürriyet nasılsa başlayacak diye atlatma(!) haber pozuyla işlevini açığa çıkarıyordu. Hürriyet aynı gün, barikatlarda militanların nöbet tuttuğunu ve Fikri Sönmez'in "elli-altmış ölü vermeden girilemeyeceği söylediği" yalanını da uydurarak yapılacak katliamı meşru kılmaya çalışıyordu.
ÖZÜR DİLENMEDİ
Bir kasabayı işkencehanelere çektiren operasyonun psikolojik savaşını yürütüyordu. Bundan dolayı o insanlardan özür bile dilenmedi. Çünkü özür, bilmeden, sonuçlarını düşünmeden yapılan şeyden veya pişmanlık duymaktan doğar.
Yarın: Hürriyet'in 6-7 Eylül olaylarındaki rolü neydi?
HAZIRLAYAN: TAYFUN ER