Son dakika: Başkan Erdoğan Londra'da gerçekleşen NATO Zirvesi'ni gazetecilere değerlendirdi

Başkan Recep Tayyip Erdoğan, Londra’da medya temsilcilerine önemli açıklamalarda bulundu. Libya mutabakat muhtırasıyla ilgili Erdoğan, “Başta Yunanistan olmak üzere Mısır, Güney Kıbrıs Rum Yönetimi, İsrail rahatsız olduğu gibi Avrupa Birliği’ni de tahrik ediyorlar. Şimdi Dörtlü Zirve’de de Fransa ve Almanya da bu konunun üzerinde durdu. Biz gerekli açıklamaları yapınca da gene tabi Fransa maalesef bu işte hala rahatsızlığını devam ettiriyor. Ondan sonra dedim ki “Sen niye bunun üzerinde bu kadar duruyorsun? Burada senin bir hakkın var mı? Buranın garantör ülkesi Türkiye’dir, garantör ülkesi Yunanistan’dır, İngiltere’dir. Peki sen nereden buraya giriyorsun?” ifadelerine yer verdi. Öte yandan Erdoğan, Dörtlü Zirve'nin en az yılda bir kez yapma kararı aldıklarını belirterek, "İkinci zirveyi de Şubat ayında İstanbul’da yapacağız. Onu aramızda kararlaştırdık" dedi.

takvim.com.tr takvim.com.tr
Giriş Tarihi :05 Aralık 2019 , 15:00 Güncelleme Tarihi :05 Aralık 2019 , 17:19
Son dakika: Başkan Erdoğan Londra’da gerçekleşen NATO Zirvesi’ni gazetecilere değerlendirdi

İÇİNDEKİLER

Başkan Recep Tayyip Erdoğan, İngiltere'nin başkentşi Londra'da katıldığı NATO zirvesiyle ilgili olarak Türk gazetecilere önemli değerlendirmelerde bulundu.

İşte Başkan Erdoğan'ın o açıklamaları:

NATO'nun 70. yılını kutladığımız Liderler Zirvesini başarıyla tamamlamış bulunuyoruz. Zirvede NATO'nun gündeminde olan stratejik konuları etraflıca ele alma fırsatını bulduk. Terörle mücadele, mülteci krizi, külfet paylaşımı, siber ve hibrit tehditler, ittifak dayanışmasının güçlendirilmesi, ayrıca Rusya ve Çin ile ilişkiler gündemdeki ana konu başlıklarıydı.

"TÜRKİYE ŞÜPHESİZ Kİ NATO'NUN EN GÜÇLÜ MÜTTEFİKLERİNDEN BİRİ"
Türkiye şüphesiz ki NATO'nun en güçlü müttefiklerinden biri. 1952'den bu yana bütün önemli NATO misyonlarında görev aldık. Bugün de daha önce olduğu gibi Afganistan'dan Irak'a kadar çeşitli görev güçlerinde yer alıyoruz. NATO'ya mali ve askeri payımız pek çok üyenin önündedir. Savunma harcamalarımızın özellikle gayri safi milli hasılaya oranı yüzde 1,9 seviyesinde bulunuyor. Galler Zirvesinde bu konuda bir hedef verdik ve bu hedefe uyum aynen devam ediyor. Tabi önümüzde şu anda birçok ülke var. Bu ülkelerin birçoğunun gayrı safi milli hasılaları aslında çok büyük değil. Bundan dolayı da bu derecelenmede onlar öne çıkma fırsatını buluyorlar. Örneğin Bulgaristan.

PEK ÇOK TERÖR ÖRGÜTÜNE KARŞI MÜCADELE EDEN TEK NATO ÜYESİYİZ
NATO'nun gücü, müttefikler arasındaki birlik ve dayanışmadan kaynaklanıyor. Bu noktada ittifakın bütün üyelerinin güvenlik kaygılarını ve tehditlerini dikkate alması esas ilke olarak göz önünde bulunuyor. Zira bu küreselleşme çağında hepimiz güvende olmadan hiçbirimiz güvende olamayız. Biz NATO üyesi olarak PKK/YPG, DEAŞ ve FETÖ başta olmak üzere pek çok terör örgütüne karşı mücadele eden tek NATO üyesiyiz. Bunu da konuşmamda özellikle vurguladım. Fakat bazı dostların bir taraftan terörle mücadeleyi öne çıkartırken diğer taraftan bu terör grupları ile el ele olduklarını da üzülerek görüyoruz. Biz nasıl ittifakın güvenlik tehditlerini ciddiye alıyorsak bütün müttefiklerin de bizim güvenlik kaygılarımızı ciddiye alması gerekir. Bunun üzerinde durduk. Biz müttefik olmadan bu dayanışmanın gerçekleşemeyeceğini de ortaya koyuyoruz. Müttefik olmanın gereği budur. Bunun üzerinde tüm ortakların durması gerekir. Bu konuları hem zirve oturumunda hem de ikili görüşmelerde dile getirdik.

Biliyorsunuz Türkiye, İngiltere, Almanya, Fransa olarak bir de Dörtlü Zirve gerçekleştirdik. Bu Dörtlü Zirvede de bu konuların yanı sıra özellikle Suriye'deki Barış Pınarı Harekatı'nı etraflıca ele aldık. Burada kendilerine hazırlamış olduğum belgeleri, bilgileri takdim ettim. Bunun daha da ötesinde üzerinde durdukları bir konu var; "buradan ne zaman çıkacaksınız?"

Biz de kendilerine "Peki sizin burada ne işiniz var?" diye soruyoruz. "Sınırınız mı var burada?" Yok. "Peki size karşı taciz mi var?" Yok. "Taarruz mu var?" Yok. "Peki, ne işiniz var burada?" Bizim burada 911 kilometre sınırımız var. Tacizse bize, taarruzsa bize... Bizler şehitler veriyoruz. "Sizin herhangi bir can kaybınız, yaralınız var mı?" Yok.

"Peki burada ne işiniz var?" "Bize bu soruyu sorma hakkını nereden elde ediyorsunuz?" "Bakın" dedim, "Çok açık ve net söylüyorum; Tel Abyad ve Resul Ayn'da -malum buranın uzunluğu 120 kilometre, derinliği 32 kilometre- belirlenen o barışı tesis etmeden buraları terk etmemiz mümkün değil. Çünkü biz buraya bir barış için girdik ve bu barışı burada tesis edeceğiz. Peki bunların güvenliği ne olacak? O da yine bizim sorumluluğumuzda. Eğer sizler de burada rol alırsanız beraberce buranın lojistiği olarak bu güvenliği de tesis ederiz." Daha önce bunu Sayın Obama ile de konuştuk. Diğer koalisyon güçleriyle konuştuk. "Hatta siz hava destekli lojistiği sağlayın, güvenliği sağlayın, biz burada DEAŞ'a karşı da diğer terör örgütlerine karşı da bu mücadeleyi veririz" dedik.

DEAŞ'I YOK ETTİĞİNİZ FALAN YOK. DEAŞ YİNE BULUNDUĞU YERLERDE...
Ayrıca şunu da söyledik; "Bizim üzüntümüz şudur ki siz maalesef terör örgütü YPG-PYD ile berabersiniz ve 'Bunlarla DEAŞ'ı yok ettik' diyorsunuz. Kusura bakmayın DEAŞ'ı yok ettiğiniz falan yok. DEAŞ yine bulunduğu yerlerde. Biz ispatlı konuşuyoruz. El-Bab'da 3 bini aşkın DEAŞ'lıyı biz daha ilk harekatta, Fırat Kalkanı Operasyonunda etkisiz hale getirdik. Ondan sonra gerek Afrin'de gerek buralarda yaptığımız operasyonlarda binlerce DEAŞ'lıyı etkisiz hale getirdik. Şu anda bizim cezaevlerimizde DEAŞ'lılar var. Hala toplamaya devam ediyoruz. 7 bini aşkın DEAŞ'lıyı biz derdest ettik. Ülkelerine geri gönderiyoruz. Hala girmeye çalışanlara da kapılarımız kapalı." Bakın Bağdadi'nin öldürülmesiyle ilgili övünüyorlar. "Biz de Bağdadi'nin en yakınlarını yakaladık. Bunlar şimdi bizim geri gönderme merkezlerimizde bulunuyor. Biz bu noktadayız. Siz bunları hiç masaya yatırmıyorsunuz." dedik.

"Diğer taraftan da şunu söylüyorsunuz; 'Türkiye'ye teşekkür ederiz. Şu anda kendilerinde 4 milyona yakın mülteci var.' Benim her zaman söylediğim güzel bir nüktedir biliyorsunuz; 'Siz hep bal diyorsunuz ama ağız tatlanmıyor.' Avrupa Birliği olarak verilen bir söz vardı. İki partide 3+3 milyar avro destek verilecekti. Bu da bizim milli bütçemize değil. STK'lar vasıtasıyla Kızılay, AFAD gibi kuruluşlarımıza. Peki bunlar geldi mi? Hayır. Sadece 3 milyar avro geldi, orada kesildi." diye ifade ettik.

Yunanistan Başbakanı Miçotakis'le de bunu konuştuk. "Sen göçten yana sıkıntılarım var diyorsun, ben ne yapabilirim diyorsun. İlk etapta bunu yapman lazım. AB üyesisin. Bu konu ile ilgili gayretlerini ortaya koy ve sen AB ülkelerini sıkıştır." diyerek bu konuyu onunla da işledik.

Bu konu Dörtlü Zirve'de de önem arz ediyordu. O Dörtlü Zirve'de kendileri de buna hak verdiler. Gerek Almanya Başbakanı Merkel, gerek Fransa Cumhurbaşkanı Macron… Tabi hepsinden öte İngiltere Başbakanı Johnson o bu işe çok önem veriyor. Bu Dörtlü Zirve'yi en az yılda bir kez yapmayı karara bağladık. Şimdi ikinci zirveyi de Şubat ayında İstanbul'da yapacağız. Onu aramızda kararlaştırdık.

Zirve marjında bir dizi ikili görüşme yaptık. İspanya ve Yunanistan başbakanlarıyla görüştük. Özellikle İspanya ile yaptığımız görüşme çok verimli geçti. Yakın zamanda İspanya Başbakanı Sanchez, bir Türkiye ziyareti gerçekleştirecek. Bu vesileyle Kral Felipe'ye de mesajımızı gönderdik. "Onu da sizden sonra Türkiye'ye bekleriz. Onunki resmi bir ziyaret olur ama sizinkini 7. Yüksek Düzeyli Stratejik Konsey Toplantısı olarak İstanbul'da yapalım. Büyük bir iş adamı grubu ile gelirseniz sizin ve bizim iş adamlarımızla birlikte bu toplantıyı gerçekleştiririz." dedik.

TRUMP İLE GÖRÜŞMEMİZ VERİMLİ GEÇTİ
İspanya ve Yunanistan'dan sonra üçüncü toplantımızı ABD Başkanı Sayın Trump ile gerçekleştirdik. Sayın Trump ile olan görüşmemiz de gayet verimliydi. Bazı sorun alanlarını gündeme getirdik. Onları tekrar konuştuk, görüştük. Bu konularla ilgili olarak da takibini ilgili arkadaşlarımız sürdürecekler. İkili ilişkilerde özellikle bu 100 milyar dolarlık ticaret hacmi üzerindeki çalışmaya ağırlık vereceğiz. Ayrıca NATO Zirvesi ve bölgesel konuları ele aldık. S-400 ve F-35 konusunda ise daha önce görevlendirdiğimiz arkadaşlarımız çalışmalarına devam edecekler.

Ayrıca bu vesileyle İngiltere'de yaşayan vatandaşlarımızla buluştuk. Cambridge Camii'nin açılışını yapıyoruz bugün. Çevre dostu bir mimari karakterle öne çıkan bu caminin hayırlı olmasını diliyorum. Burada ayrıca Kraliçe II. Elizabeth'in resepsiyonuna ve Başbakan Boris Johnson'ın davetine eşimle birlikte katıldım.

Tabi bu görüşmelerle birlikte NATO'da yapacağımız birçok iş var. Malum NATO'daki görevimiz ve ittifak içindeki konumumuz büyük önem arz ediyor. Bunları da hassasiyet içerisinde yürüteceğiz. Türkiye, NATO içinde en büyük orduya sahip ülkeler sıralamasında ilk sıralarda. Ordumuzu gerek ileri teknoloji gerek yetkinlik itibarıyla şu anda olduğundan çok daha güçlü bir konuma çıkarma gayretlerine devam edeceğiz.

Macron "NATO'nun beyin ölümü gerçekleşti" demişti. Siz de kendisine "önce sen kendi beyin ölümünü kontrol ettir" demiştiniz. Oldukça bozulmuş. Buraya geldiği gibi Trump'la görüşmesinde de Türkiye hakkında birtakım açıklamalar yaptı. S-400'ler konusunu gündeme getirdi ama Trump bile Türkiye'yi korudu, Obama'yı suçladı. Dörtlü Zirve'de Macron'un nasıl bir tavrı vardı?

Macron ile bu konulara hiç girmedik. Ama tabi Sayın Trump ile görüşmesinde Sayın Trump'ın hakikatin yanında yer alması gerçekten manidardı. Çünkü bizim Fransa ile çok farklı bir anlaşmamız var. Fransa-İtalya-Türkiye olarak bu adımı atacağız. Ama bu hala savsaklanıyor. Bunun yanında ikinci bir anlaşmamız daha olacak. Onunla ilgili de yine hala adımı atamıyoruz. Aradaki bu tür sıkıntılar nedeniyle maalesef yürümüyor. Halbuki onların bize ihtiyacı var, bizim de onlara ihtiyacımız var. "Gecikiyor bu işler. Bu adımları atalım ve neticeye yürüyelim" dedik. O da kabullendi, "Çalışmaları yürütelim" dedi. Temenni ederim ki bundan sonra bu tür şeyler olmaz.

Dörtlü Zirve'den sonra Trump'la yaptığınız görüşmede YPG konusunda bir ilerleme var mı? ABD'nin herhangi bir tavır değişikliği olacak mı?

NATO Zirvesi'nde yapılan açıklamalara, konuşmalara bakıldığı zaman hepsi de teröre karşı olduklarını söylüyor. Ama iş başa düştüğünde buna karşı bir mücadeleyi ortaya koyma maalesef olmuyor. Temenni ederiz ki bundan sonraki süreçte bunları yaşamayız. Herkes sözünün arkasında durursa o zaman tabi terörle mücadelede işimiz çok daha kolay olacak.

Her zaman söylüyorum; biz Türkiye olarak bir kabile devleti değiliz. Biz Türkiye Cumhuriyeti Devletiyiz. 82 milyon nüfusumuz var. Güçlü bir asker yapımız var. Güçlü bir polis yapımız var. Bütün bunlarla birlikte son iki yıl içerisinde çok ciddi operasyonlara imza attık. Tabi şehitlerimiz de var. Ama böyle bir mücadelenin sebep-netice ilişkisinde bu şehitler olacaktır. Kaldı ki bir de Suriye Milli Ordusu'nun bizimle birlikte hareket edişi var. Bunlar da yılmadan usanmadan çok şehit vermelerine rağmen bizimle birlikte hareket ediyorlar. Dolayısıyla bu mücadeleyi de kararlı bir şekilde sürdürmeye devam edeceğiz. Bu süreç içerisinde de bunların durumunu göreceğiz. Ama içeride dışarıda inlerine gireceğiz. Terörle mücadelede bunların inlerine girdik. Ciddi manada silkeliyoruz. Daha da devam edecek.

Dün akşam Sayın Miçotakis ile de görüşürken dedik ki "Bakın bu DHKP-C, PKK/YPG, FETÖ mensupları devamlı size geliyorlar ve aldığımız istihbaratta da Syriza bunların sığınma odağı yeri. Dolayısıyla bunlara karşı biz sizden tavır almanızı bekliyoruz, destek bekliyoruz. Ki bu destek bilesiniz ki bizim de size karşı olan desteğimizi arttıracaktır. Göç konusunda daha olumlu davranmamızın önünü açacaktır. Bakın biz size karşı şu ana kadar öyle bir şey yapmadık. 2 bin kadar mülteciyi geri gönderdiniz. Biz de aldık. Tekrar size göndermedik. Dolayısıyla bu dayanışmayla olacak bir iştir. Sizin bir avantajınız da şu an AB'desiniz. Dolayısıyla bundan sonraki süreçte de bu dayanışma içerisinde arkadaşlarımız bu çalışmaları yürütsünler." Bunun için Sayın Miçotakis'le de bu görüşmemiz verimli geçti diyebiliriz.

NATO'nun kuruluş amacı ve söylemlere bakıldığında "Hepimiz birimiz, birimiz hepimiz" sloganı var. Fakat S-400, YPG, Doğu Akdeniz gibi Türkiye'nin pek çok güvenlik kaygılarını düşündüğümüzde bunu paylaşmayan NATO müttefikleri var. Siz de zaman zaman eleştirdiniz. Eğer bir gün YPG ile mücadele noktasında Türkiye güvenlik kaygıları nedeniyle NATO'yu somut işbirliğine yani göreve çağırırsa sizce tavır ne olur? Bir de bugün çıkan bildiri sizi tatmin etti mi? Türkiye'nin bu konudaki kaygılarını yeterince anladılar mı sizce?

Şimdi ihtimaller üzerinden konuşursak da haksızlık olur. Şu anda ortada bir yazılı beyan varsa bu yazılı beyan onları da bağlar, bir yerde bizi de bağlar. Yani doğmamış çocuğa don biçmenin de bir anlamı yok. Ama biz ne yapacağız? Bunlar bizim ortağımızdır, ortağa güveneceğiz. Herhangi bir sıkıntı olduğu zaman da kendileri ile ilişkilerimizi geliştireceğiz. Şahsen NATO Genel Sekreteri Stoltenberg, bu süreç içerisinde gerçekten samimi açıklamalar yapmış ve bununla tabi bizim de gönlümüzü kazanmıştır.

Polonya ve Baltık ülkeleriyle ilgili biliyorsunuz dün gece bir adım attık. Gerek Stoltenberg gerek Macron gerek Merkel gerek Polonya Cumhurbaşkanı daha önce hepsi aradılar bizden bu konuda destek istediler. Arkadaşlarımla yaptığım görüşmelerden sonra da biz de bu işe evet dedik ama terörle mücadelede siz de bizi yalnız bırakmayacaksınız.

Niye evet dedik? YPG'nin terör örgütü olarak tanınması konusunda bir teminat aldık mı?

Orada konsey komisyon meselesi var. Bu konsey komisyon toplantısı ile ilgili o döneme kadar zaten bu işin şu anda geçerliliği adeta yok gibi. Süreç başlamıştır. Daha sonra 6 aylık periyodu var. Bu 6 aylık süreç işlerken böyle bir olay vuku bulduğu anda da burada başta NATO Genel Sekreterimiz olmak üzere hepsi devreye girerek bu işi tekrar yoluna rayına sokma şanslarına sahipler. Bu noktada bizi aşırı derecede bağlayıcı bir şey yok.

Dörtlü Zirvede sivillere yönelik saldırıların durdurulması biçiminde ortak bir sonuç bildirildi. Peki Barış Pınarı ile Türkiye'nin kontrol ettiği bölgelerde sivilleri hedef alan katliamları oldu. Sivillere yönelik bu saldırılara karşı bu ülkeler ne yapmayı düşünüyor?

O bölgelerdeki saldırılar terör örgütünün yanı sıra rejimin yapmış olduğu faaliyetler neticesinde de oluyor. İdlib'de de benzer şeyler oluyor. Tabi biz bunların uyarısını, ikazını yapıyoruz. Biliyorsunuz gerek bizim gerekse Rusya'nın, karşılıklı olarak heyetlerimiz var. Bu heyetler sürekli görüşme halindeler. Bu tür şeylerde karşılıklı uyarılar yapıyorlar. Eğer onları rahatsız edecek olan bir şey İdlib'deki muhalefet cephesinden olmuşsa, onlar bize bunu duyuruyorlar ve burada hemen bir arabuluculuk yapıp bu işi düzenleme yoluna gidiyoruz. Ama aynı şey karşı tarafta olunca da yine aynı durumu Rusya'nın ağırlıkta olduğu heyete bildirip orada bu işin önün almaya, bunu durdurmaya yönelik adımlar atılmasını istiyoruz. Yani olay böyle adeta bıçak sırtı bir süreç diyebilirim. Bir geçiş süreci diyebilirim. Tabi nüfusu itibarıyla büyük bir yer. Ama orada da tabi can yanıyor.

Can yandığı zaman bunu da görmemezlikten gelemezsin. Böyle bir durum var. Şimdi Ayn el-İsa'da olanlar var. Münbiç'te hala verilen sözler tutulmuyor. Bakıyorsunuz Tel Rıfat'ta, Tel Abyad'da, Resul Ayn'da pazar yerleri zaman zaman bombalanıyor. Hatta işte en son bir cezaevinin bombalanması olayı var. Cezaevinin bombalanması olayında maalesef kadın çocuk ölenler var. Şimdi bunlara nereye kadar sessiz kalacağız. Biz de gerek Dışişleri Bakanımıza gerek Savunma Bakanımıza gerek istihbarata diyoruz ki hemen muhataplarınızla bu görüşmeleri yapın, bu işin önünü alalım. Olmadı tekrar Sayın Putin ile bu işi görüşelim. Biliyorsunuz Ocak ayının 8'inde Sayın Putin'in buraya gelişi var ve İstanbul'da inşallah Türk Akımı açılış törenini yapacağız. O zamana kadar bekleyebilir miyiz bekleyemez miyiz, bir de bu var. Bütün bu olaylar devam ederken nasıl olsa 8'inde gelecek diye de beklemeyebiliriz. Belki bu arada görüşmemiz gerekirse telefon diplomasisi yolunu çalıştıracağız.

Dörtlü Zirve'de Suriye'de güvenli bölge inşa ve imarında, bundan sonra ciddi olumlu bir söz hasıl oldu mu? Yoksa şimdiye kadarki tavırlar devam mı edecek?

Bana göre bu konuda maalesef ülkelerin duyarsızlığı devam ediyor. İsim vermeyeceğim, sadece bir ülke "Bu konuda biz size gerekli desteği vereceğiz" dedi. Biz de diyoruz ki en azından biz imkanlarımız çerçevesinde Tel Abyad ve Rasulayn arasındaki bölgede bir çalışma başlatalım. Bu çalışmayla ortaya bir mülteciler şehri çıkartalım. Onun için de bazı planlarımız var, bu planları da işletelim diyoruz ve peyderpey ülkemizdeki Suriyelilerden o bölgedeki toprak sahiplerini ev sahiplerini kendi yerlerine gönüllülük esasına dayalı olarak geri gönderelim.

Libya'da Nisan ayından bu yana devam eden bir süreç var. Gelinen noktada Libya'daki meşru yönetimle, ulusal mutabakat yönetiminin başkanıyla bir anlaşma gerçekleştirildi. Türkiye'nin hamlesiyle harita olması gereken haline getirildi. NATO zirvesinde bu mesele gündeme geldi mi? Bundan sonraki süreçte Doğu Akdeniz politikasında neler olacak?

Her şeyden önce Libya mutabakat muhtırasıyla alakalı olarak biz meşru yönetimle bu işi imzalamış bulunuyoruz. Şu anda arkadaşlarımız Meclis'e aktardılar ve Meclis'te bu süreç devam ediyor. Meclis'ten bunun geçmesiyle, süratle bu adımı atarak, iş artık adeta yürürlüğe de girmiş olacak. Ama karşı taraf da tabi bundan rahatsız. Hakları olmayan şeyleri hak edinme durumuna geçenler böyle bir durum olunca tabi sıkıntıya girdiler. Tabi başta Yunanistan olmak üzere Mısır, Güney Kıbrıs Rum Yönetimi, İsrail rahatsız olduğu gibi Avrupa Birliği'ni de tahrik ediyorlar. Şimdi Dörtlü Zirve'de de Fransa ve Almanya da bu konunun üzerinde durdu. Biz gerekli açıklamaları yapınca da gene tabi Fransa maalesef bu işte hala rahatsızlığını devam ettiriyor. Ondan sonra dedim ki "Sen niye bunun üzerinde bu kadar duruyorsun?

Burada senin bir hakkın var mı? Buranın garantör ülkesi Türkiye'dir, garantör ülkesi Yunanistan'dır, İngiltere'dir. Peki sen nereden buraya giriyorsun? Biz garantör ülke olma hakkımızı burada kullanıyoruz. Orada bizim soydaşlarımız var ve soydaşlarımızdan tarafız. Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti.

Dolayısıyla onların haklarını da korumak için sonuna kadar çalışacağız. Bizim bundan feragat etmemiz söz konusu değildir. Tabi şu anda özellikle de hak yerini bulma yolunda yürüyor. Bu onları rahatsız ediyor. Ama bütün mesele burada. Şimdi bakıyorsunuz birileri "oradan çekilin, burada daha durmayın, aksi takdirde sizi memleketinize göndeririz" gibi yaklaşımlar içerisine giriyorlar. Biz buradaki hukuku ve hukukumuzu soydaşlarımız başta olmak üzere koruyacağız.

Bu atılan adımla ilgili şimdi bazıları yalan yanlış şeyler de uyduruyor. İşte bu uluslararası hukuka, uluslararası deniz hukukuna uygun değildir gibi saçmalamalar da yapıyorlar. Az önce de söyledim; Türkiye kabile devleti değil. Bizim yıllara sari, ta Osmanlı'ya dayanan bir birikimimiz var. Deniz hukuku nedir, uluslararası hukuk nerede neşet eder, bunların hepsini bu millet biliyor. Yani Dışişlerinin bu noktadaki hafızası çok çok güçlü. Dolayısıyla buradan bizim herhangi bir taviz vermemiz mümkün değil. Bu yapılanlar uluslararası deniz hukukuna da kesinlikle uygundur. Dolayısıyla bundan da taviz vermek söz konusu değil. Adımlarımız buna göre atılıyor. Şu anda da Libya'daki meşru hükümet yeter ki ayakları üzerinde dik durduktan, sağlam durduktan sonra bu atılan adım yerini bulacaktır.

Libya ile yapılan anlaşma Doğu Akdeniz'de atılan en önemli adım olarak değerlendiriliyor. Aynı zamanda sizin dediğiniz gibi bu bizim egemenlik hakkımız. Yani kimseyle tartışmayız bile. Fakat CHP aynı düşünmüyor. Bugün CHP Genel Başkan Yardımcısı Ünal Çeviköz bir açıklama yaptı ve "Libya'yla yapılan bu mutabakat yeni tartışmaları da beraberinde getirir" dedi. Siz nasıl değerlendiriyorsunuz?

Çok doğru söylemiş. Tabi ki yeni tartışmaları beraberinde getirecek. Zaman su gibi akıyor. Bütün bu tartışmaların veya mutabakat metinlerinin adı anlaşma mı olsun mutabakat metni mi olsun; bunların hepsinin güncellemesi lazım. Bunlar Akdeniz'de en uzun kıyı şeridine kim sahiptir, bunu bile bilmezler. Dolayısıyla bu attığımız adımlarla öğrenecekler. Hakkımız hukukumuz nedir, bunu bilmezler. Bunu da öğrenecekler. Yani o gelip geçen -kusura bakmasınlar- monşerler var ya onlardan bu ülke çok çekti.

"BİZ O MONŞERLERE BU İŞİ BIRAKMAYACAĞIZ"
Ama biz o monşerlere bu işi bırakmayacağız. Kusura bakmasınlar. Adam gibi adam olup bu ülkenin hukukunu savunanlar, başımız gözümüz üstüne. Ama savunmayanlar kusura bakmasınlar. Onlar da yerini bulmuşlar zaten. Biz onlarla beraber hareket etmedik etmeyeceğiz. Kuzey Kıbrıs'taki soydaşlarımızın hakkını koruduğumuz gibi bir garantör ülke olarak da Türkiye orada kendi hakkını, hukukunu koruyacaktır. Buradan taviz vermek söz konusu değil. Tartışmaları getirirmiş götürürmüş, onlar bizi hiç ilgilendirmiyor. Biz ne tartışmalardan geldik geçtik. Onlar izliyor tribünde, biz sahada futbol oynuyoruz.

FETÖ firarisi Adil Öksüz ile ilgili bir gelişme var mı? Nerede olduğunun tespiti ve iadesiyle ilgili süreç nasıl işliyor?

Malum, şu anda tabi bunlar değişik ülkelerde seyrüseferdeler, dolaşıyorlar. Bakıyorsun sesi Belçika'dan geliyor, bir bakıyorsun Yunanistan'dan geliyor, bakıyorsunuz Almanya'dan geliyor, değişik yerlerde dolaşıyorlar. Aslında işte bölücü terör örgütünün başı nasıl getirildiyse bunları da böyle bir operasyonla getirme durumu söz konusu olursa şüphesiz ki iş çok daha rahat olacak. Ama şu ana kadar FETÖ'nün ileri gelenlerinden teslim edilenler oldu. Onları da aldık ülkemize getirdik. Hala bu konuda görüşme yaptığımız devletler var. Bazen adreslerine varıncaya kadar istihbarat örgütümüz kendilerine veriyor. Onlardan da bunun iyi niyetini görüp, bunları alabilirsek tabi ki İçişleri Teşkilatımız, İstihbarat Teşkilatımız bunları alıp getirme imkanına sahip. Ta Afrika'nın ücra köşelerinden alıp geldiğimiz gibi. Durmuyoruz.

Böyle bir ihtimal olabilir mi?

Olabilir.

İsim verebilir misiniz? Mesela Almanya?

İsim istemeyin. Şu anda zaten bunların en çoğunluk olduğu yer Almanya.