İşte Sabah Gazetesi yazarı Mahmut Övür'ün "Siyaset ve medyadaki üçlü" başlıklı o yazısı
Siyasi tablo hiç iç acıcı görünmüyor. Bazı siyasilerin "önyargılarımızdan arınmamız gerekiyor" gibi büyük ve anlamlı laflar etmesi gerçeği değiştirmiyor. Çünkü o sözü söylerken bile kutuplaştırıcı bir dil kullanıyor.
Bu da yeni değil. Uzun bir süredir böyle bir gerçeğimiz var. Bu siyasi veya medya aktörleri sivil mücadeleden yana görünürler ama terörle mücadelenin çok yönlü yürütüldüğü bir zeminde şiddetle arasına mesafe koymayan siyasi partilere, siyasi aktörlere güzellemeler yapmaktan onları motive etmekten vazgeçmezler.
Hiç alakasız bir zamanda ABD emperyalizmine meydan okurlar ama o ABD Türkiye'ye ekonomik veya siyası saldırı yapınca da sesleri çıkmaz hatta sevinirler.
Bunlar deyim yerindeyse çağın hastalıklı akımı "post-truth siyaset"in Türkiye versiyonları. Ortak noktaları da başta FETÖ olmak üzere küresel güçlerin Türkiye siyasetini meşrulaştırmak. Son yıllarda üç isim öne çıkıyor.
İlk sırada tartışmasız CHP'nin başına "kaset komplosu"yla gelen Kemal Kılıçdaroğlu var. Geldiği günden beri yaptığı en büyük siyasi hamle, CHP içinde F Tipi'ni meşrulaştırmak oldu. Bu görevin zirve noktası hiç kuşkusuz "kontrollü darbe" yalanıydı.
Şimdi bu siyasi aktörün, dünyayı sarsan koronavirüsle mücadele günlerinde nasıl bir siyaset izlediğine bakalım. Önce CHP adına iki isim, Faik Öztrak ve Akif Hamzaçebi çıkıp 26 maddelik bir önlemler paketi sıraladı. Parti adına sunulmuş bu önerilerin bir kısmı uç öneriler olsa da tartışılabilirdi. Ancak üç gün sonra bu kez Kılıçdaroğlu sahneye çıktı ve 13 öneri daha sundu. Biri hariç 12'si diğerlerine benziyordu.
Peki, neydi o ve Kılıçdaroğlu buna neden gerek duydu?
İşin sırrı tam da o maddede saklı. Sunulan 13 maddenin 3'üncüsünde aynen şöyle deniyor:
"Kamu sağlık kuruluşlarındaki eleman açığı hızla giderilmeli, KHK ile gönderilenler ise sağlık kuruluşlarına geri çağrılmalı."
Bu FETÖ'cülerin de çok seslendirdiği bir talepti.
CHP kulislerinde bu konuda çok çarpıcı tespitler yapılıyor. Denilen şu; Kılıçdaroğlu, o maddeyi Öztrak ve Hamzaçebi'ye söyletemediği için kendisi çıkıp açıkladı.
Acaba devreye 14'üncü kat veya Pensilvanya mı girdi?
İkinci sırada yerel ayak İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu var. O da "gülücükler" dağıtarak herkese hoş görünürken, korona günlerinde iki siyasi yaklaşımla öne çıktı; Sokağa çıkma yasağı talebi ve İstanbul Şehir Hastanesi'nin yollarını yaptırmamasıyla... Birincisine metrobüs ve otobüslerdeki kalabalıkları, ikincisine de belediyenin "parasızlığını" gerekçe gösterdi. Oysa ikisi de doğru değil. Otobüs sayısını azaltmasaydı kalabalıklar oluşmazdı. Bu bilinçli bir tercihti. Aynı şey Şehir Hastanesi için de geçerli. Daha önce de yazdım, para yoksa aynı tarihlerde 200 milyonluk asfalt ihalesi hangi "acil" yollar için yapıldı?
Şimdi gelelim üçüncü isme... O da bu siyasi anlayışın medya ayağını oluşturuyor. Medyada birçok isim var ama en zehirlisi o. Sevgili Salih Tuna'nın "Amerikan Portakalı" dediği Fox TV sunucusu Fatih Portakal'dan söz ediyorum. Her habere siyasi bakılmasına itiraz eder ama bunu en çok kendisi yapar. En son söylediği ve çok eleştirilen "Merkezi ve yerel hükümet" konuşmasını dinleyin. Orada bile korona meselesine siyaset karıştırılmaması gerektiğini söylerken, sözünü "yerel hükümeti rahat bırakın" gibi uç ve ayrımcı bir siyasi söylemle bitirir. Bu da bilinçli bir tercih.
Siyaset ve medyadaki bu üçlünün bu topraklarda buluşmaları tesadüfen olabilir mi?