Feminizm ve eşcinsellik: Aile kurumunun temeline bu yöntemle dinamit döşeniyor!

Sabah Gazetesi yazarı Hilal Kaplan, köşesinde toplum kurallarını adeta dinamitleyen eşcinsellik konusunu kaleme almaya devam ediyor. Kaplan, feminizm ve eşcinsel hakeretin aile kurumunu sarstığını yazarken, filmler ve sosyal medyanın da genç kuşakların cinsiyet algısını tahrip ettiğini belirtti. İşte Kaplan'ın "Feminizm ve eşcinsellik: Aileyi tahribin başlangıç noktası" başlıklı o yazısı...

takvim.com.tr takvim.com.tr
Giriş Tarihi :01 Mayıs 2020 , 07:23 Güncelleme Tarihi :01 Mayıs 2020 , 10:58
Feminizm ve eşcinsellik: Aile kurumunun temeline bu yöntemle dinamit döşeniyor!

Feminist-eşcinsel hareketin erkek-kadın ayrımını ortadan kaldırmak amacıyla başlattığı 'cinsiyetsizlik' dayatması ile aile kurumunun temeline dinamit döşeniyor. Filmler ve sosyal medya kullanılarak genç kuşakların cinsiyet algısı tahrip ediliyor. CHP ise bu zehirli akımın bayraktarlığını yapıyor.

Eşcinsel hareketin günümüzde geldiği noktayı anlamak için feminizmin tarihi gelişimine bakmak zorundayız. Yirminci yüzyılın başında, 'birinci dalga feminizm' denen evrede, kadınların miras, seçme ve seçilme hakkı gibi temel vatandaşlık hakları için mücadele edildi. Ancak 1960'lardaki "özgürleşme" hareketleriyle birlikte talepler ve söylemler değişti. İkinci dalga feminizmin mottosu "Kadın doğulmaz, kadın olunur" sözüydü. Bu evrede "toplumsal cinsiyet" kavramı üretildi ve biyolojik cinsiyetle bağı kopartıldı. Kadınlık ve erkeklik rollerinin tamamen toplum baskısı ile yerleştirildiğini savunarak kadınların buna isyan etmesini salık veren ikinci dalganın hedefinde, kadını en çok baskıladığını düşündükleri aile kurumu vardı. Aile kadını köleleştirmişti ve kadın, her şeyden evvel aileden 'özgürleşmeliydi'.



FEMİNİZM DALGASI
Sosyal bilimlerde post-yapısalcı felsefenin zemin kazanmasıyla eş zamanlı olarak "üçüncü dalga feminizm" geldi. Buna göre sadece toplumsal cinsiyet değil, biyolojik cinsiyet de bir toplumsal inşadan ötesi değildi. Doğru anladınız, cinsel organlarımız dahil tüm cinsiyet farklılıklarımızın aslında bir toplumsal inşadan ibaret olduğunu, toplumun yüklediğinden başka hiçbir anlam taşımadığını iddia eden üçüncü dalga feminizm, eşcinsel hareketin aradığı momenti sağladı. Çünkü kadınlığın da erkekliğin de bir hakikati yoksa, binlerce yıldır var olagelmiş heteroseksüel düzen de aslında bir yalandan ibaretti. Yani eşcinsel hareket bir yandan biyolojik olanlar dahil tüm cinsiyet farklılıklarının bir 'söylemsel inşa'dan ibaret olduğunu iddia ederken, diğer yandan da eşcinselliğin "doğuştan geldiğini" ve değiştirilemez bir özellik olduğunu iddia ediyor. Hangi görüş kendi ajandalarını tanımlamaya yeterliyse, ona başvuran oportünist bir akıl tutulması...
Soru şu: Madem biyolojik farklılıklar bile söylemsel bir inşadan ibaret, o zaman "erkek vücuduna kapalı kalmış bir kadınım" diyen transseksüeller neden biyolojik olarak değişmek için ameliyat oluyorlar? Eğer biyolojik farklılıklar inşa ürünü ise, neden tüm eşcinsel birlikteliklerde kadınerkek rol dağılımına uygun bir düzlemin izlendiğine şahit oluyoruz? Ya da madem toplumsal inşalara bu kadar karşısınız, neden toplumsal inşanın en öncü örneği olan evliliğe ve ebeveynliğe kendinizi dahil etmek istiyorsunuz? Bu soruların cevabı yok; bulundukları pozisyona göre şekilleniyor. Feminist-eşcinsel hareket Batı entelijansıyasını, yani bilgi üretimini, yani "normal, meşru ve doğru" olanı tanımlayan iktidar ilişkilerini ele geçirmiş durumda. Ordan da popüler kültür ve sosyal medyaya yön veren bir söylemsel hegemonya ile karşı karşıyayız.



CİNSİYETSİZLİK FURYASI
Dünya nüfusunun üçte birinin üye olduğu facebook, birkaç yıl önce, kullanıcılarına tam 71 tane cinsel yönelim seçeneği getirdi. 2017 senesinde ilk kez MTV Film Ödülleri'nde aktör-aktris ayrımı ortadan kaldırılarak "cinsiyetsiz" bir en iyi performans ödülü verilmeye başlandı. Birçok global kıyafet zinciri "nötr cinsiyet"li kıyafet seçeneği sunmaya başladı. Angeline Jolie-Brad Pitt çiftinin ilk çocukları Shiloh'nun erkek olmaya karar vermesi gibi örnekler üzerinden eşcinsel kimlik yaşı 3'e kadar geriletildi.
Yine 2018'de, İngiltere'de, BBC'nin okul kanalının 9-12 yaş arası çocuklara hitaben yayınladığı filmde 100'den fazla toplumsal cinsiyet kimliği olduğu öğretilmeye başlandı. Ortaokuldan itibaren verilen "cinsel eğitim" derslerinde de aynı konular işlendi. Bunun sonucu örneğin Brighton'da, 1600 öğrencili bir okulda, yaşları 11 ile 16 arası değişen 40 çocuğun "doğdukları cinsiyete ait hissetmediklerini" söyledikleri ve 36 çocuğun da "akışkan cinsiyetli", yani ne erkek ne kadın olduklarına inandıkları ortaya çıktı. Okul müdürleri "eşitlikçi ve kapsayıcı eğitimlerinden gurur duyduğunu" belirtti (!)
Tüm bu işaretler, eşcinselliğin sadece meşruiyet kazanmadığı, aynı zamanda ana akım söylem haline geldiğini gösteriyor. Bu, insanlık tarihiyle yaşıt erkek-kadın ikiliği üzerine kurulu hayatın sona ermesi ve cinsiyet kalıplarının ortadan kalktığı, cinsiyetsiz bir düzenin temel norm haline gelmesi anlamına geliyor. Bu noktaya gelmemizin en büyük sebebi, eşcinsel hareketin popüler kültür vasıtasıyla yaygınlaşması ve ordan hasıl olan sloganların siyasette makes bulmasıyla alan kazanmasıdır. Bunu sadece ben demiyorum. Üçüncü dalga feminizmin ikonik teorisyeni Judith Butler "bile" şöyle diyor:
"LGBT hareketinin ABD'deki gelişimine bakarsak, kültürel kabulleniş, söylem, medyadaki temsil, LGBT bireylerin hayatı daha düşünebilir hale geldikçe, kültürel bir olasılık haline de geliyor. Hatta homoseksüellik söylemi daha popüler hale geldikçe, kişilerin gey veya lezbiyen olmasını da daha mümkün hale getiriyor diyebilirsiniz."



CHP SAVUNUYOR
Bugünkü tablo, on yıl öncesinden oldukça farklı. Zira karşımızda sadece feminist-eşcinsel hareketin büyük kısmı değil, siyasette CHP'nin başını çektiği devasa bir normalleştirme çabası var. Geçtiğimiz seneki 'eşcinsel haftası'nda, CHP'li 30 belediye eşcinsel bayraklarıyla bezeli destek mesajları yayınladılar. Seçimden önce gerekirse camiden çıkmayan ve eşcinsellik konusunda sessiz kalan adayların, seçildikten sonra bu tavrı göstermelerine ne denir; ona da seçmenleri karar versin. Toplumun kurucu unsuru olan aileyi savunuyoruz. Ama karşı çıkanlar, Cumhuriyeti kurduğunu söyleyen partinin temsilcileri. Oysa ki bu toplum hepimizin ve onun selâmeti siyaset üstü bir kaygı olsa gerek.

YAZININ TAMAMI İÇİN TIKLAYIN