İftara ne kadar kaldı? Oruç saat kaçta açılacak? 18 Nisan İstanbul, Ankara, İzmir iftar saatleri!

Müslüman alemi Razaman orucu ibadetini yerine getirirken gündemde sıklıkla İftara ne kadar kaldı? Oruç saat kaçta açılacak? Sorularının yanıtlarını araştırmaya başladı. Güneş’in doğup batma saatleri illere göre farklılık gösterdiğinden orucun açılacağı, ezanın okunacağı vakit de yine illere göre farklılaşıyor. Merak edilen 18 Nisan İstanbul, Ankara, İzmir iftar saatleri haberimizde yer alıyor.

Giriş Tarihi :18 Nisan 2021 , 17:20 Güncelleme Tarihi :18 Nisan 2021 , 17:20
İftara ne kadar kaldı? Oruç saat kaçta açılacak? 18 Nisan İstanbul, Ankara, İzmir iftar saatleri!

İÇİNDEKİLER

İftara ne kadar kaldı? Oruç saat kaçta açılacak? 18 Nisan İstanbul, Ankara, İzmir iftar saatleri nedir? Sorularının cevapları arama motorları üzerinden sıklıkla sorgulanıyor. Tüm illerden milyonlarca Müslüman vatandaş Ramazan orucu ibadetini idrak ediyor ve gün içerisinde iftar saatleri sıkça araştırılan bilgiler arasında yer alıyor. İşte Ramazan imsakiyesi…

İFTARA NE KADAR KALDI?

Aşağıdakl linke tıklayarak illere göre iftar saatini öğrenebilirsiniz

İL İL İFTAR SAATLERİ İÇİN TIKLAYINIZ

RAMAZAN ORUCUNUN ÖNEMİ

Oruç, Allâh'ın emrine tâbî olmak ve O'nun rızâsını kazanabilmek için imsak vaktinden akşam Güneş'in batışına kadar yemek, içmek ve cinsî münâsebetten uzak durmak sûretiyle yapılan bir ibadettir.

Başta oruç olmak üzere namaz, zekât, infak, zikir, Kur'ân tilâveti, yardımlaşma, ikrâm etme gibi ibadetlere ağırlık verilerek değerlendirilen Ramazan ise, feyizli bir hayatın yaşandığı mübârek bir mükâfât ayıdır. Ayların efendisidir.[1] Bu ayda Cenâb-ı Hak kullarına çok büyük ikram ve ihsanlarda bulunur. Af kapılarını sonuna kadar açar. Küçücük amellere bile büyük sevaplar lûtfeder. Nitekim Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- şöyle buyurmuşlardır:

"Ramazan ayı girdiğinde Cennet kapıları açılır, Cehennem kapıları kapanır ve şeytanlar zincire vurulur." (Buhârî, Bed'ü'l-Halk, 11; Müslim, Sıyâm, 1, 2, 4, 5)

ORUCUN FAZİLETLERİ

Hazret-i Mevlânâ -kuddise sirruh- buyurur:

"İnsanın asıl gıdâsı Allâh'ın nûrudur. Ona aşırı ten gıdâsı vermek lâyık değildir. İnsanın asıl gıdâsı, ilâhî aşk ve akıldır.

İnsan, asıl rûhânî gıdâsını unuttuğu ve ten gıdâsına düştüğü için huzursuzdur. Doymak bilmez. İhtirasından yüzü sararmış, ayakları titremekte, kalbi telâşla çarpmaktadır. Nerede yeryüzü gıdâsı, nerede sonsuzluğun gıdâsı?!.

Allah şehîdler için; «Rızıklanmaktadırlar.» diye buyurdu. O mânevî gıdâ için ne ağız, ne de ceset vardır."

Az yemekte, bilhassa açlık ve oruçta on güzel haslet vardır:

1) Açlıkta kalp safâsı ve hâfıza kuvveti; toklukta ise ahmaklık ve unutkanlık olur.

2) Açlıkta kalp rikkati olur; duâ ve ibâdetlerden haz ve feyz alınır. Toklukta ise kalp katı olur ve ibâdetten zevk hâsıl olmaz.

3) Açlıkta gönül yumuşaklığı, inkisar ve tevâzû; toklukta ise taşkınlık, gurur, kibir ve övünme olur.

4) Açlıkta fakir ve açlar düşünülür. Toklukta ise bunlar unutulur, düşünülmez olur.

5) Açlıkta şehevî ve nefsânî istek ve arzular kırılır. Toklukta ise nefs-i emmâre kuvvet bulur.

6) Açlıkta vücut zinde ve uyanık bir hâldedir. Toklukta ise uyku ve gaflet ağır basar.

7) Açlıkta ibâdet ve kulluğa devam etmek kolaydır. Toklukta ise tembellik ve gevşeklik olur.

8) Açlıkta beden sıhhatli olur. Toklukta ise vücut yıpranır ve hasta olur.

9) Açlıkta bedende hafiflik ve ferahlık; toklukta ise ağırlık ve atâlet olur.

10) Açlıkta sadaka vermeye, îsar ve infâka şevk gelir. Bu da, kulu kıyâmet gününün dehşetli sıcağında serin bir gölgeliğe nâil kılar. Toklukta ise, ya cimrilik ya da müsriflik ortaya çıkar. Bu da kulu mânen helâk eder.

Yani tokluk, nefsânî arzuları tahrîk ederken; açlık, -aşırıya kaçmadıkça- tefekkür ve tehassüs melekesini güçlendirir.

Hâsılı oruç, insanın her bakımdan sıhhatli olmasını sağlar. Nitekim Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem- şöyle buyurur:

"Oruç tutunuz ki, (madden ve mânen) sıhhat bulasınız!" (Heysemî, III, 179)

Açlıkla kazanılan maddî-mânevî sıhhat ve hasletlere işaret eden en kâmil mesned şudur: Cenâb-ı Hak, peygamberlerini nübüvvetin feyzini almaya oruçla hazırlamıştır. Onlar mânevî kemâlâtın zirvesine ulaşınca bir süre insanlık âleminden uzaklaşmış ve kendilerinde melekî vasıflar tecellî etmiştir. Böylece kalpleri ve dimağları, ilâhî vahyin feyziyle dolup taşmıştır. Meselâ;

Sina Dağı'nın pek kıymetli peygamberi Hazret-i Mûsâ -aleyhisselâm- Tevrat nâzil oluncaya kadar kırk gün kırk gece oruç tutmuştur.

Sair Dağı'nın mukaddes peygamberi Hazret-i Îsâ -aleyhisselâm- da, İncil'den ilk kelâmı duyuncaya kadar, kırk gün kırk gece oruç tutmuştur.

Hazret-i Muhammed -sallâllâhu aleyhi ve sellem- de, Kur'ân-ı Kerîm nâzil olmaya başlamadan önce, uzun süre Mekke yakınındaki Hira Mağarası'nda yalnız başına kalmış ve günlerini muhtelif ibâdetlerle geçirmiştir. Sonunda Cibrîl'in sesinden müjdesini almış ve ilâhî feyizlerin nûru, gönlüne doğmaya başlamıştır.

Yine Mîrâc'a çıkıp Cenâb-ı Hak ile keyfiyeti bizce meçhul olan husûsî bir görüşmeye nâil olmadan evvel, müşriklerin üç sene devam ettirdikleri ambargo boyunca şiddetli açlığa ve muhtelif sıkıntılara sabrederek rûhî kemâlâtın zirvesine yükselmiştir.

Bu hakîkatler de gösteriyor ki, orucun asıl gâyesi ve faydası mânevîdir. Dolayısıyla oruç, bir ibâdet olduğundan, sırf o gâye ile tutulmalıdır. Onun yalnız zâhirî faydaları gâye hâline getirilirse, oruç, ibâdet olmaktan çıkar. Yani oruçlarımızda mide dolgunluklarını önlemek, kilo vermek gibi gâyeler olmamalıdır. Böyle oruçlarda rızâ-yı ilâhî düşünülemez. Allah için tutulan oruçlarda ise bu gibi faydalar zâten kendiliğinden zuhûr eder.

Bu sebeple oruç tutan müslüman, kalbî hayatını, nefsânî arzu, meyil ve düşüncelerden korumalıdır. Sadece yemek-içmek gibi bedenî temâyüllerden uzak durmakla kifâyet etmeyip gönül âlemini de gıybet, yalan, kin ve haset gibi her türlü süflî tavırlardan da muhafaza etmelidir.