İşte Sabah yazarı Mehmet Barlas'ın "Turkuvaz Medya neden hedefte?" başlıklı yazısı
Seçimler yaklaştıkça "dezenformasyon kampanyaları" da hız kazanıyor. Bunu daha önceki seçimlerde de defalarca yaşadık. "Yalanlar, iftiralar, montajlar" piyasaya saçıldı. Ne Fuat Avni'ler gördük. Şimdi tek değişen şey, iftira atanların maskeleri. Yoksa nerelere bağlı oldukları herkes tarafından biliniyor.
Zaten akli melekeleri sorgulanan ABD Başkanı Biden da bunu itiraf etmişti. Ne kadar Türkiye düşmanı, ne kadar FETÖ'cü, PKK'lı, kaçak suçlu varsa hepsi bir ağızdan Türkiye'yi zor durumda bırakıp Erdoğan'ı indirmek için nefret kusmaya başladılar.
Turkuvaz Medya'nın hedef alınmasının sebebi de budur. Çünkü bu yalanlarla ve iftiralarla mücadele edebilecek en büyük kale Turkuvaz Medya'dır.
Bünyesinde Sabah, A Haber ve ATV gibi Türkiye'nin öncü medya kuruluşlarını barındıran Turkuvaz Medya'da uzun yıllardır başyazarlık yapıyorum. Darbe tehditleri, Cumhuriyet mitingleri, Gezi ayaklanmaları, polis/yargı darbe girişimleri ve son olarak 15 Temmuz ihanetinde hedefte hep Turkuvaz Medya vardı. Bu süreçte, dayatmalara karşı hep toplumun ve milli iradenin yanında olduk.
Şimdi Cumhuriyet tarihinin en önemli seçimlerinden birine hazırlanırken hedefte yine Turkuvaz Medya ve Yönetim Kurulu Başkanı Serhat Albayrak var. Bir yandan siyaseti, diğer yandan medyayı yıpratarak seçimlere giderken yeni bir "toplum mühendisliği"ne imza atılmak isteniyor. Yıpratılmak istenen aslında Cumhurbaşkanı Erdoğan. Herkes şunu bilmelidir ki, kim ne iftira atarsa atsın bu süreçte biz yine milli iradenin yanında olacağız.
Bugün, yani 30 Ağustos itibarıyla Türkiye zorlu bir seçim sürecine girmiştir. Bunun sıradan bir seçim olmadığı artık ortada. Her zaman olduğu gibi aklın yine galip geleceğine yürekten inanıyorum. Bu vesileyle 30 Ağustos Zafer Bayramı'nı kutluyorum.
İşte Sabah yazarı Okan Müderrisoğlu'nun "Milli merkez medya neden hedef?" başlıklı o yazısı
Ağustos, Türk milletinin zaferler ayıdır. 26 Ağustos 1071'de Alparslan, Malazgirt'te Anadolu'nun kapılarını Türk yurdu olarak açmış, 30 Ağustos 1922'de Büyük Taarruzla Gazi Mustafa Kemal Atatürk o gerçeği ebediyete kadar tescillemiştir.
Gel gör ki...
Bu coğrafyada yaşamanın her zaman bir bedeli olmuştur. Bu, dün olduğu gibi bugün de değişmemiştir. Tarihimiz, ülke ve millet için dertlenenler ile ülkeyi ve milleti dert görenler arasındaki mücadelenin sayısız örnekleriyle doludur. Nitekim günümüz şartlarında bu hesaplaşma "kayıtdışı siyaset unsurları" üzerinden sürmektedir. Yine ve yeniden "toplum mühendisliği faaliyetleri" ile karşı karşıyayız. Zaten memleket ne zaman kritik seçim kavşağına girse, açık/örtülü unsurlar aktive edilir ve millet için millete rağmen zihniyeti hortlar.
Bakınız...
Eldeki veriler bize gösteriyor ki seçimlerin sonucunu doğrudan etkileyecek üç hassas faktör söz konusu...
1- Ekonomi. 2- Toplumsal fay hatları.
3- Dezenformasyon odakları karşında milli medya duruşu.
Dilerseniz ekonomi ile başlayalım.
Elbette yüksek enflasyon, kur oynaklığı ve hala süren yüksek faiz talebi üzerinden büyük bir bilek güreşi yaşanıyor.
Hal böyle olduğu içindir ki muhalefet partileri ile muhalif yerli ve yabancı analistler Türkiye Ekonomi Modeli'ne yüklendikçe yükleniyorlar. Fakat o da ne? Hükümet, enflasyon düşünceye kadar memuru, emekliyi, işçiyi, çiftçiyi, KOBİ'leri, gençleri, dezavantajlı grupları rahatlatan tedbirleri hayata geçirdikçe, birilerinin bel bağladığı kitlesel oy kaymaları yaşanmadı! Ekonomi ajandasını canlı tutmakla birlikte görünmez eller bu defa "toplumun sinir uçlarına" yöneldiler. Cemevlerini hedef alan eşkaller süratle deşifre edilmekle kalmadı, Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan, Ankara'da Hüseyin Gazi Cemevi'ni ziyaret ettiği gibi bu yıl ki Hacıbektaş Veli'yi anma etkinliklerine katılarak "bir olalım, iri olalım, diri olalım" ortak mesajıyla her türlü oyunun bozulacağını cümle aleme ilan etti!
Ve şimdi büyük tezgahın bir diğer enstrümanı kullanılmakta!
Nedir o?
Bilgi kirliliği, algı operasyonu, itibar suikasti ve milli merkez medyayı yıpratma...
Sosyal medya ağları üzerinden üretilen yapay gerçekliğe, yani yalana geniş kitlelerin inanmasını sağlama amaçlı kurgunun son hedefinin Turkuvaz Medya ve Yönetim Kurulu Başkanvekili Serhat Albayrak olması sürpriz değil. Allah'tan karanlık aktörler, sinsi ortakları ve niyetleri belli de kılık değiştirseler bile kumpaslarına karşı koymak mümkün.
Özetle...
Türkiye'ye ve Cumhur İttifakı'na operasyon çekenlerin önündeki engelin, yerli ve milli medya olduğu çok açık.
Bu kale sağlam sağlam olmasına da kamu yetkisi kullananlar da kendilerinden emin olup bizim kadar hukuka güvenmeli, ikna edici olmalıdır!
İşte Sabah yazarı Salih Tuna'nın "Bu film bizi kaç kez gördü" başlıklı o yazısı
Ah nasıl da aşeriyorlardı "yaşam tarzına" müdahale edilmesine. "Endişeli modernleri" böyle konsolide ediyorlardı çünkü.
Peki ne oldu?
AK Parti herkesi zorla dindar yapacaktı hani? Fasılasız 20 yıldır iktidardalar işte, kimin yaşam tarzına nasıl müdahale ettiler?
Bir muhtereme aynen böyle söyleyince, Gülşen'in tutuklanmasını örnek verdi. Ben de, "Gülşen bacımızın" tutuklanmasının "yaşam tarzıyla" alakası yok; tüm imam hatiplilere "sapık" dediği için tutuklanmıştı, dedim. Bu sefer de "İçkinin bu kadar pahalı olması yaşam tarzımıza müdahale değil mi?" dedi, iyi mi? "Bak muhterem" dedim, "senin yaşam tarzına Yeşilay'ı kurarak 1920'de müdahale ettiler, sen çok geç kaldın!.."
Anlamadı, yüzüme bakakaldı... Neyse, biz devam edelim: Malum masanın solunda "hizmet" verenler, "AK Parti yaşam tarzımıza müdahale ediyor; dini/dindarlığı dayatıyor, laiklik elden gitti..." derken, masanın sağında "hizmet" verenler de, "AKP yüzünden millet deist, ateist oldu, din elden gitti..." diyorlar.
İşin garibi, aynı masa etrafında birlikte muhalefet yapıyorlar!
***
Masa yani "CHP ittifakı" iktidara gelince ne olacak peki? Mesela, CHP ahaliyi dine imana getirecek, ateistler de namaza mı başlayacak?
Oysa dijital feodallerin tasallutu altındayız hepimiz. Çağdaş Nuh tufanına maruzuz artık. Dijital medya ve cep telefonları, çocuklarımızın adeta ebeveynleri oldular. Mesele parti pırtı meselesinin çok fevkinde, görmüyor musunuz?
Yazık ki yazık, algıya yatırım yapanların olgulara gözleri kördür, hiçbir şeyi görmezler.
Göstermek isteyeni de linç ederler.
Bakınız, Ergenekon kumpasıyla 4.5 yıl içeride yatan eski CHP Milletvekili Mehmet Ali Çelebi sırf "Erdoğan 15 Temmuz'da direnmeseydi hepimiz katledilecektik" dedi diye günlerce linç ettiler. Adamcağız "it yese kudurur" cinsinden 20 soru sordu, bir tanesine bile cevap veremediler!
Müptezel toptancılıkta çok yetenekliler. O kadar ki Goebbels bile ellerine su dökemez.
Mesela, bir vakıfta müstekreh bir cinsel istismar üzerinden tüm vakıfları kolektif cezalandırmayla töhmet altında bırakmaya çalıştılar. "Bir iğrenç istismar yüzünden herkesi suçlayamazsınız!" diyerek algılarına karşı çıkan dönemin aile bakanının sözünü, "Bir kereyle bir şey olmaz dedi" şeklinde çarpıttılar. Bununla da kalmadılar. Tüm AK Partililerin, "Bir kereden bir şey çıkmaz" dediğini iddia ettiler. Sonra da "Ulan siz nasıl Müslüman'sınız!" diye höykürdüler.
Tuhaf olan yine şu:
Müslümanlara "Ortaçağ zihniyeti" diyerek çemkirenler ile Müslümanlık üzerinden AK Partilileri mahkûm etmeye çalışanlar birlikteler.
***
Hiç kuşkunuz olmasın, Adnan Oktar CHP'li olsaydı, baş tacı ederlerdi. Amerika da fırsatı kaçırmaz, ifade özgürlüğü konusundaki endişelerini dile getirirdi. Ayrıca, memlekette ne kadar Yılmaz Özdil varsa hepsi birden Adnan Oktar'ın varlığıyla onur duyardı.
Zira bunların tek bir derdi var, iktidar olmak. ABD Başkanı Biden'ların da tek bir derdi var, Erdoğan'dan kurtulmak!
Bunlara malzeme verenlere de, zerre miskali kul hakkı yiyenlere de yazıklar olsun.
Lakin her şeyi amaçları için araçsallaştıranların "kullanışlı aptalı" olmak için göbek atanlara da yazıklar olsun.
Biz bu filmi görmüştük. Susurluk kazasının ardından "temiz toplum" hedefini araçsallaştırarak, "Sürekli Aydınlık İçin Bir Dakika Karanlık" diye başladılar, 28 Şubat'a vardık... 28 Şubat'ın açtığı derin toplumsal yaralarda yuvalanan FETÖ de "vesayeti" araçsallaştırarak "Ergenekon kumpasıyla" devletin kılcal damarlarına yerleşti... 17-25 Aralık'ta da "yolsuzluğu" araçsallaştırarak demokratik seçilmiş iktidarı iş yapamaz hale getirmek istemişlerdi. Ardından da malumunuz 15 Temmuz saldırısını gerçekleştirdiler.
28 Şubat'ta dönemin Sabah Gazetesi yanlarındaydı. Millet de naçar çevirdikleri filmi izlemek zorunda kalmıştı.
Fakat 17-25 Aralık "yolsuzluk susturuculu" FETÖ kumpasına ve 15 Temmuz saldırısına karşı Sayın Serhat Albayrak'ın Başkanvekili olduğu Turkuvaz Medya Grubu'nun amiral gemisi Sabah'ın direnişe nasıl öncülük ettiğini gördüler.
Nasıl restore ederlerse etsinler, kimi başrolde oynatırsa oynatsınlar karşılarında her daim yine Sabah'ı görecekler.
Boşuna çırpınıyorlar. Zilletin zaferi olmaz.