Toplumsal dayanışmaya en çok ihtiyacımız olan bu süreçte bile, dayanışma yerine ayrışmayı tercih eden bir kesim var maalesef. Bunun için neler söylemek istersiniz?
İnsan kendisini komşusunun trajedisinden nasıl bu denli soyutlayabilir, o yan evde açken, üşüyorken, nasıl arkasını dönüp karnı tok, sırtı pek uyuyabilir, anlamak mümkün değildir. Empati yoksunluğunun böylesi ancak akıl hastalığı ile açıklanabilir diye düşünürüm. Yaşadığımız faciayı yağma, talan, haksız kazanç fırsatı olarak değerlendirmeye kalkanlar olmadı mı? Oldu. Şükürler olsun ki, marjinal gruplardı. İyinin gücü sildi attı.
Toplumsal dayanışmaya en çok ihtiyacımız olan bu süreçte bile, dayanışma yerine ayrışmayı tercih eden bir kesim var maalesef. Bunun için neler söylemek istersiniz?
İnsan kendisini komşusunun trajedisinden nasıl bu denli soyutlayabilir, o yan evde açken, üşüyorken, nasıl arkasını dönüp karnı tok, sırtı pek uyuyabilir, anlamak mümkün değildir. Empati yoksunluğunun böylesi ancak akıl hastalığı ile açıklanabilir diye düşünürüm. Yaşadığımız faciayı yağma, talan, haksız kazanç fırsatı olarak değerlendirmeye kalkanlar olmadı mı? Oldu. Şükürler olsun ki, marjinal gruplardı. İyinin gücü sildi attı.
YIKIMI HÜKÜMETLERE FATURA ETMEYİN MESELE ULUSAL FARKINDALIK SEVİYEMİZ
Deprem sonrası hükümeti istifaya çağıran bir kesim de var...
Göçtü gitti memleketim, kültürüyle, iziyle, toprağıyla diye içi yananın sövme masumiyeti olabilir diye düşünebilirim. Siyasal münasebetsizliklerden muaf tutulmalarını bile hoş görebilirim.
ACIMASIZLIĞIN ÖTESİNDE ŞUURSUZLUK
Velakin birlikte geçirdiğimiz şu 20 yıl zarfında Cumhurbaşkanımızın gözyaşlarına hiç şahit olmamışız, Aylan bebeği, Esma'yı birlikte yaşamamışız gibi onun duyarsızlıkla, boşvericilikle suçlanmasını acımasızlığın ötesinde şuursuzluk olarak vasıflandırıyorum. Yaşadığımız depremler silsilesinin harabatından kurtulmak için keşke bir hükümetin istifası yetse. Keşke o kadar kolay olsaydı, nihayet siyasal bir aranjmandır, bir hükümet gider, yerine aynı siyasi parti içinde başka hükümet de gelirdi. Ama öyle olmuyor. Mesele yıkımı münferit hükümetlere fatura etmek değil, mesele bizimki gibi yüzyıllardır bir fay şebekesinin üstünde yaşamayı seçmiş ulusların farkındalık seviyeleri. Günün sonunda bilmem ne kadar yüksek bir binanın kolonlarını otomobil galerisi yapacağım diye kesen paçoz ile o binanın yapımına izin veren şu ya da bu siyasi partinin şu ya da bu seviyedeki paçoz mensubu arasındaki cürüm farkı marjinaldir. Bana sorarsanız asıl trajik, asıl korkutucu olan da bu.
Deprem sonrası hükümeti istifaya çağıran bir kesim de var...
Göçtü gitti memleketim, kültürüyle, iziyle, toprağıyla diye içi yananın sövme masumiyeti olabilir diye düşünebilirim. Siyasal münasebetsizliklerden muaf tutulmalarını bile hoş görebilirim.
8 Mart Kadınlar Günü'nü geride bıraktık. Türkiye'de feminist akımı nasıl yorumluyorsunuz?
'Feminist akım'dan söz etmek ne kadar isabetlidir pek emin değilim doğrusu. Kulakları çınlasın, Ajda Pekkan güçlü ve güzel haliyle sahne alıp, "Arkanı dön ve çık, istenmiyorsun artık" diye erkeğini herkesin önünde "Yıkılmadım ayaktayım" diye alenen kovduğunda Türkiye'deki değişimin ilk kamusal işaretini vermişti zaten. Aslında kadın uyanışı çok uzun süreli bir harekettir. İlk kadın siyasi partisi Kadınlar Halk Fırkası 1923'de kuruldu. 6-7 kurucusu vardır. Sonra 1958'de var, 1972'de Mübeccel Hanım'ın kurduğu var, 2014'de Fatma Benal ile Fatma Aytaç'ın kurdukları var. Haziran 2022'de bir tane daha var. Arada başkaları da var. İlginç olanı, her birisinin kendisini 'ilk kadın partisi' olarak tanıtması ve muhtemelen öyle bilmesidir ki, bu durum her şeyden önce devamsızlık gösterir. İnsan, 1923'de kurulan bir siyasi parti 2023'e gelindiğinde dal budak sarmış olmalıydı diye düşünüyor. Oysa adetimizdir kök nedenini araştırmaktansa suçu en yakınımızdaki kişinin, değilse oluşumun üstüne atıp kurtulmak gibi son tahlilde hiçbir çözüm getirmeyen, tahripkar bir huyumuz vardır. Korkarım kadınlar olarak da erkeklerin aynı verimsiz davranışlarını benimsemiş durumdayız. Kadınlar Günü diye kutladığımız tarihin, kendi yaşam serüvenimizle uzak yakın ilgisi olmayan bir gün olması sizce de ironik değil mi? Bizim hiç mi şehidimiz yoktur Tubacığım?
"FEDAKARLIK FİLAN DEĞİL, HEYECAN!"
Çok üretkensiniz. Bu üretkenlik içinde okumak ve yazmak dışında vaktinizi nasıl değerlendiriyorsunuz?
Kendimden beklediğim kadar değil, umduğum kadar hiç değil! Tolstoy 81 yaşında öldüğünde geride 81 kitap bırakmıştı. Düşünün, daktilo bile yoktu. Kuş telekleri ile mum ışığı altında, uzun Rusya gecelerinde yazdı. Mahcup oluyor insan. Bana gelince, insanın vaktini değerlendirmekten anladığı okumakyazmak olunca sadece onları yapmaktan haz alıyorsunuz. Fedakarlık filan değil, heyecan!
"AYNI ANDA ÜÇ KİTAP ÜZERİNDE ÇALIŞIYORUM"
Yeni kitap çalışmanız var mı?
Aslında aynı anda üç kitap üzerinde çalışıyorum. İkisi nasihatname, bir tanesi roman. Yaşlandıkça diri zamanımı daha çok kıskanır oldum. Bitiremeyeceğim diye bir telaş, bir telaş!