ATV'nin rekortmen dizisindeki Vedat'ın bilinmeyenleri

Son beş yılın en yüksek reytingine ulaşan Sen Anlat Karadeniz adlı dizide eşine şiddet uygulayan, kötü adam rolünde Mehmet Ali Nuroğlu var. Dizinin en çok konuşulan ismi o. Çünkü o kadar inandırıcı ki, sosyal medyadan tehditler alıyor. Bugüne kadar hep iyi adam olarak izlediğimiz Nuroğlu, “Öncelikle şunun bilinmesini istiyorum, İrem’e gerçekten vurmuyorum!” diyor.

takvim.com.tr takvim.com.tr
Giriş Tarihi :25 Şubat 2018 , 00:00 Güncelleme Tarihi :25 Şubat 2018 , 02:57
ATV’nin rekortmen dizisindeki Vedat’ın bilinmeyenleri

Kadına yönelik şiddet haberlerinin gündemimizden düşmediği bir dönem yaşıyoruz. Gördüğü şiddet nedeniyle yaralanan, ölen kadınlar için toplum hiç olmadığı kadar hassas. Tam da bu noktada Sen Anlat Karadeniz dizisi, bir dizi olmanın çok ötesine geçerek, evde çay içerken izlenecek bir dramadan çok farklı bir misyon üstlendi. Belki de bu yüzden bu kadar yüksek izlenme oranına ulaştı. Kocası Vedat tarafından şiddete maruz kalan Nefes için hepimiz gözyaşı döktük. Onun mücadelesini, kaçışını endişeyle izledik. Vedat ise baş düşmanımız oldu. Belki de ilk kez bir evin içinde yaşanan şiddete bu kadar yakından tanık olduk. Vedat'ı canlandıran Mehmet Ali Nuroğlu için de bu dizi bir ilk. O aslında ekranda hep iyi adamdı... Osman Sınav Sen Anlat Karadeniz dizisi başladığında verdiği röportajda, Mehmet Ali Nuroğlu için "Kötülüğü bu kadar aşkla oynayan başka bir adam görmedim" demişti. Haklıydı. Ekrandaki adam, gözlerinin içinden ateşler çıkan, karısına şiddet uygularken gözleri dönen biri. Oynadığı rol seyirciyi o kadar etkiledi ki; sosyal medyadan bir yandan tehdit içeren tepkiler aldı, bir yandan da şiddet mağduru kadınlar tarafından teşekküre boğuldu. Dizideki karakteri Vedat karısını döven, onu hapseden bir zorba olabilir ama Mehmet Ali Nuroğlu, son derece hümanist, neşeli ve sevecen biri. Rol aldığı tiyatro oyunu öncesinde buluştuğumuz Nuroğlu, Trabzon'daki yaşamını, karakterini ve hayatını anlattı:

- Bugüne kadar ekranda sizi böyle bir karakterle hiç görmedik. Hep iyiyi oynayan bir adamın kötüye dönüşü nasıl oldu?
- Aslında Sen Anlat Karadeniz'de bana başka bir rol önerilmişti. İyi adamlardan biriydi. Ben Vedat'ı istedim. Çünkü kariyerimde hiç oynamadığım bir roldü. Üstelik televizyonda çok alışık olmadığımız, psikolojik derinliklere sahip bir karakterdi. Bu beni çekti.

- Bu rolü kabul ederek zoru seçmişsiniz... Yanılıyor muyum?
- Biz oyuncular kazandığımız bir başarıya, şöhrete arkamızı verip, tüm kariyerimiz boyunca buradan ekmek yiyebiliriz. Ama bu benim tercih ettiğim bir şey değil. Dizi işlerine ara vermelerimin arkasında da bu var. Hoşuma gidecek rolü beklerim. Bu nedenle bazen maddi sıkıntılara göğüs germişliğim de oldu ama bir işi hiçbir zaman maddi kaygılarla yapmadım.

- Sen Anlat Karadeniz sadece bir dizi mi size göre?
- Osman Sınav en başından beri bu işin, konsept bir iş olduğundan söz ediyor. Televizyonda yeni bir konsept koymak ve devam ettirmek adına bu proje çok önemli. Ve bir teması var; kadına şiddete karşı duran bir misyon yüklendi. Bunu da, toplum geneline göre daha erkek egemen tanınan Karadeniz üzerinden, hırçın imajı olan bir bölgedeki insanların üzerinden ve onların kadına kol kanat germesi üzerinden yaptı. Bunlar ters köşe şeyler ve benim hoşuma gitti.

- Vedat karısına şiddet uygulayan, onu bir eve hapseden bir zorba. Bir erkek olarak anlayabildiğiniz bir adam mı?
- Vedat'ı hiç kimse anlamak zorunda değil ama ben anlamak zorundayım. Onun motivasyonunu, hareket tarzını, kendi içindeki haklılığını ve haksızlığını tanımam, tanımlamam gerekiyor. Amiyane tabirle şöyle söyleyeyim; Vedat öyle bir karakter ki, yatacak yeri yok! Ama ben ona içimde yatacak bir yer vermek zorundayım. Çünkü ne olursa olsun, onun dünyasında onu haklı görmek, onun gerçekliğini yaşamak zorundayım. Bu aslında korkunç bir şey. Bu kötülüğün de kapısını açan bir şey! Vedat da tüm eylemlerinde kendisine son derece hak veriyor, kendini haklı buluyor. Dışarıdan baktığımızda kesinlikle onaylanabilir ve kabul edilebilir değil bu davranışlar. Oğluyla karısı ona canavar diyor, gerçekten canavar! Ama kendine göre amaları var, kendi cehennemi var, o cehennemden çıkamayan biri ve sürekli yanıyor. Acı ve karanlık içinde.

- Siz insan sevgisi yüksek, hatta bunun üzerine kendini geliştirmeye çalışan birisiniz. Settesürekli öfkeli, dayakçı bir adamı canlandırabilmek için ne kadar zamana ihtiyacınız oluyor?
- İyi ve kötü, insanın uydurduğu kavramlar. Doğada iyi ya da kötü yok. Bunlar çok göreceli kavramlar. Sen bir insanın hayatında iyi biri olurken, diğeri için kötü olabilirsin. Yaptığın iyi bir eylem kötülüğe sebep olabilir. Tam tersi de geçerli. Muğlak kavramlar. Hepimizin içinde iyi de var, kötü de. Vedat benim için terapi niteliğinde bir yerde duruyor. Bu karakteri canlandırmak için içimdeki kötüyü bulmak zorundayım. Bu anlamda bir yüzleşme de yaşıyorum.

- Zorlayıcı değil mi?
- Psikolojik olarak çok zorlayıcı. Ağır bir sahne çekiminden sonra, uykuya dalmadan hemen önce kendimi bir yerleri yumruklarken, tokatlarken, o hırçınlığı atamamış halde buluyorum. Ve kalkıyorum yoga yapıyorum, kafamı dağıtmak için biraz kitap okuyorum. Biraz yük alıyoruz biz. Toplumsal bir yaraya parmak bastığımız için, seyircinin katarsisini yaratmak için kendimizi kurban ediyoruz.

- Osman Sınav sizin için, "Kötüyü bu kadar aşkla oynayan birini görmedim" demişti. Öyle mi gerçekten?
- Sağ olsun... Aşk dediğiniz şey bir kötülük jeneratörü gibi. Kadına yönelik suçlara baktığınızda hepsinin aşk bahanesiyle işlendiğini görüyorsunuz. Aşk, muğlak bir şey. İnsanlar saplantıya dönüşmüş, adına aşk dedikleri şeyi kendi içindeki boşlukları doldurmak, kendi sıkıntılarını, acizliklerini bir insan üzerinden çözümlemek için kullanıyor. Vedat için de böyle bir tanım var zaten, o hayatının tüm acısını karısından çıkarıyor. Bu çok doğru, böyle adamlar var. Sağlıklı bir insan vicdanlıdır. İçi elvermez bazı şeyleri yapmaya. Ben kendime zarar veririm, sevdiğim insana veremem. Ama Vedat sağlıksız bir karakter.

ŞİDDET GÖRMÜŞ KADINLARDAN MESAJLAR ALIYORUM

- Çok gerçekçi bulunduğunuz için ölüm tehditleri aldığınızı okudum. Doğru mu bu?
- O biraz abartılmış bir söylenti. Dizi yayınlanmaya başlayınca, sosyal medya üzerinden küfürler, tehditvari mesajlar aldım. Çok kafaya takmadım aslında çünkü sosyal medyada herkes kabadayılık taslayabiliyor. Bunun da önünü kesmek için bu mesajları paylaştım ve arkası kesildi. Sokakta rahat yürüyorum, olumlu tepkiler de alıyorum. Şiddet görmüş kadınlardan teşekkür mesajları alıyorum. Bizim dizi izlenirken benim oynadığım karakteri gören dayakçı bir koca evinde rahat oturamıyordur.

- Son beş yılın en iyi reytingini alacağını düşünüyor muydunuz?
- İlk günden beri iyi bir iş ortaya çıkarmaya çalışıyoruz. Ama yapımcımız da, senaristimiz de, yönetmemiz de başarıyı reyting üzerinden tanımlayan insanlar değil. O yüzden bu motivasyonla çalışmadık, "Çok iyi iş yapacağız" diye yola çıktık. Ve yaptık. Kendimizi işe tamamen vermiş durumdayız. Hatta bu kendimizi hırpalama boyutunda da olabiliyor.

- Dayak sahnelerinde nasıl hissettiniz kendinizi? Bu bir sevişme ya da öpüşme sahnesinden daha zor sanki...
- Şunu söylemem gerekiyor; İrem'e gerçekten vurmuyorum. Bir kere herkes bunu bilsin! Ben İrem'e nasıl vurabilirim? Ama o zaten role çok iyi hazırlanmış. Bizim işimizde şöyle bir detay var; bir kralı oynayamazsın etrafındaki oyuncular seni kral yapar! Benim şiddeti bu kadar başarılı uygulayabilmemde, İrem'in payı büyük. Elbette profesyoneliz ve oynadığımız şeye kendimizi kaptırmıyoruz ama bu sahnelerden sonra, insan yine de kötü oluyor. Hiç unutmuyorum, bir sahneden sonra İrem gerçekten ağlamaya başladı ve durduramadı kendini. Yanına gittim. Üzülüyorum böyle olunca ama dedi ki, "Kendime ağlamıyorum, bu durumu gerçekten yaşayan kadınlar var Mehmet Ali." Gerçekten var!

HİNDİSTAN'DA SEKİZ AY GEÇİRDİM
- Çok ilginç bir oyuncusunuz. Sizden röportaj almak zor, dizi tanıtımlarında bile öne çıkmak istemiyorsunuz. Neden bu kadar mesafelisiniz?

- 25 yaşımdayken beni yoran ve mücadele ettiğim bir şeydi şöhret. Savaşıyordum bu durumla... Yoruluyordum. Dizi afişi için bile fotoğraf vermediğim oldu. Röportaj vermeyi de sevmiyordum. Anlatacak neyim var ki diyordum. Ama artık bu durum bildiğim bir şey, çok kafaya takmıyorum. İnsanların sevgisi çok güzel bir şey, buna şükretmek gerekiyor.

- Yoga hayatınızın en önemli uğraşı. Bu uğurda Hindistan'da uzun zaman kalmışsınız. Nasıl başladı ilginiz?
- Bir dönem pilates hocam tavsiye etti yogayı. Ben de her klasik Türk erkeği gibi, "Yoga mı yapacağım abi?" diye karşıladım olayı (gülüyor). Ama sonra bir kez denemeye karar verdim. İlk seansın sonrasında, hayatımda hiç hissetmediğim bir rahatlama hissettim. Sonra da bırakmadım. Ardından eğitmenlik sertikası aldım. Sonra da eşimle Hindistan'da bir yoga okuluna gittik. Dini bir okul değildi bu sözünü ettiğim, tamamen eğitim. Aralıklarla sekiz ay geçirdik orada. Aslında yoga nefesine odaklandığın meditatif bir şey.

- Dizinin yanı sıra Das Das'ta Uyarca isimli bir oyunda da rol alıyorsunuz. Tiyatrodan da kopmadınız...
- Tiyatro benim ilk gözağrım. 15 yaşımda başladım. Sonra da her kademesini yaptım; amatör tiyatro da yaptım, üniversite tiyatrosunda da yer aldım, devlet tiyatrosunda da sahneye çıktım, yurt dışına da gittim. Ama mezun olduktan sonra çok fazla şansım olmadı. Dizi yaptığınız zaman kalan vaktinizde sinema yapmak istiyorsunuz. Tiyatro çok yoğun vakit istiyor. Onu veremiyorsunuz. Hiçbir yapımcı da oyunu olan insanla dizi yapmak istemiyor. Biz çok şanslıyız. Bizim dizide Öykü'nün, benim ve Gözde'nin oyunu var ve idare ediyoruz. Osman Sınav anlıyor bizi, oyuncunun arada sahneye çıkması lazım. Orası er meydanıdır, orada yenilenirsin. Seyirciyle bir arada olma hissi şifalıdır.

SABAH