* Herhangi bir nimetin, güzelliğin veya herhangi bir özelliğin başkasında oluşuna tahammül edememe, kendisi sahip olamasa da başkasına bu nimetleri yakıştıramama duygusudur. Bu masum bir kıskançlık değildir.
Çünkü başkasında gördüğü bu nimetin kaybolmasını, zayi olmasını; kalbiyle, sözleriyle ve fiilleriyle destekler. Bundan dolayı hasetçi bu huzursuzluğuyla etrafını da huzursuz eder.
* Hasedin temelinde imani bozukluk vardır. Haset eden kişi Allah Teâlâ'nın yapmış olduğu manevi taksime ve kaderinde tayin etmiş olduğu nimetlere karşı çıkmaktadır. Başkalarına bazı nimetleri yakıştıramayarak, aslında Allah'ın taksimatını beğenmeyerek, bir nevi isyan etmektedir. Hâşâ, Allah Teâlâ'nın yanlış yaptığını düşünmektedir. Bu yüzden hasedin tedavisi ancak tam bir iman etmekle ve kişiyi imani çerçevede tutmaya yarayan zikir ve fikirle mümkündür.
* Hadis-i şerifte Efendimiz (s.a.s.) "Haset, güzellikleri ve güzel amelleri ateşin odunu bitirdiği gibi yer bitirir." buyurmaktadır. Yani haset tedavi edilmeden kişi ne kadar güzel amel yaparsa yapsın Allah muhafaza hepsi zayi olacaktır. Daha evvel söylediğimiz gibi İslam ve din, iman ve inanç temelleri üzerine oturur. İmanda bozukluk varsa onun üzerine din inşa edilemez. Haset imani bozukluğundan dolayı kişinin dinini Hakk'a ve halka karşı yapmış olduğu güzel işleri berbat eder, yavaş yavaş hepsini mahveder. Bu dünyevi nimetler için de böyledir. Kişi ne kadar büyük servete, güzel nimetlere sahip olsa da başkalarının mutluluğu ve güzellikleri onu rahatsız ettiğinden, hasetçi, zenginlikle ve çok şeye sahip olarak mutlu olamaz.
Huzursuzluğu arttıkça artar.
* Bir âlim şöyle diyor; "Hasetçiye karşı en güzel yapılacak şey, sabırla hiçbir şey yapmadan beklemektir. Çünkü haset eden kişi zaten ateşin odunu yemesi ve bitirmesi gibi en sonunda kendi kendisini mahvedip gider. Sen sabırla bekle, haset edenin şerrinden Allah'a sığın ve Cenab-ı Hakk'a sana böyle bir hastalık vermemesi için daima duada bulunup, ibretle ve temkinle imanına sahip olasın."
* Kur'an-ı Kerîm'in son iki sûresinden olan Felak sûresinde hasetçinin şerrinden Allah'a sığınmak tavsiye edilmiştir. Gerek kendimizdeki haset, gerek başkasındaki bu nevi hastalıktan ancak Allah Teâlâ'nın iman dairesinde kalarak kurtulabiliriz.
Kalbin Allah Teâlâ'nın zikrinden ve fikrinden uzaklaşarak gözlerin zarar verici hale gelmesi.
NAZAR
* Nazar, aslında 'bakış' demektir.
Belli bir niyetle ve kasıtla bakmaya 'nazar' denir. Herhangi bir öngörü olmadan, sadece öğrenmek için görme eylemini gerçekleştirmeye 'basar' denir. Aslında nazar, güzel düşüncelerle ve kalbin Allah zikriyle, nuruyla dopdolu olduğu bir şekilde gerçekleşirse buna güzel nazar denir ve bu nazara uğramış insanlarda feyiz, bereket ve güzellik meydana çıkar. Mesela eskiden mübarek ve âlim zatlara çocuklar götürülür, el öptürülürdü veya duası kabul olmuş insanlara gidilir, hayır duaları ve nazarları alınırdı. Ama maalesef bu nevi insanlar azaldığından, bu nevi adetler de yavaş yavaş terkedildiğinden dolayı artık nazar denilince akla göz değmesi ve kötü bakışlar gelmektedir.
* Kur'an-ı Kerîm'de Efendimiz (s.a.s.)'in zikrettiğini gören müşriklerin "adeta gözleriyle yermiş gibi" baktıkları beyan edilmiştir.
Ayrıca peygamberler tarihine ve Efendimiz'in hadis-i şeriflerine baktığımızda kötü nazarın aynı bir silah gibi kişiye bazen zarar verdiği açıkça görülmektedir. Kişi bu kötü nazarlardan ve göz değmesinden isabet almamak için Allah'ın zikriyle meşgul olmalı, Felak ve Nas surelerini okumalı, sabah veya akşam Ayetel Kürsi'yi okumakla, abdestli ve namazlı bulunmakla korunabilir.
İnsanlar arasında gösterişten ve lüzumsuz şekilde göze batmaktan kaçınmak, nazardan korunmasına vesile olur.
* Nimeti ve güzelliği Allahu Teâlâ'nın verdiğini unutarak maşallah kelimesini de zikretmeden sarf edilen bakışlar, iyi niyetli bile olsa göz değmesine sebebiyet verebilir. Kişi Cenab-ı Hakk'ın verdiği nimetleri gördüğünde, Allah (c.c.)'nun zikrini unutmamalıdır.
* * *
GÜNÜN YAZISI
DUA VE BEDDUA
Kıymetli dostlar mümin kişiye ne beddua etmek ne beddua almak yakışmaz. Beddua Farsça ve Arapça kelimelerin bir araya gelmesiyle 'kötü dua' manasına kullanılır. Fakat halk arasında yaygın olduğu şeklin haricinde de aslında hiç fark etmediğimiz beddualar vardır.
Ölümü temenni etmek, keşke şöyle şöyle olaydım da bunu görmeyeydim demek, bunu yaparsam ölümü gör gibi densiz, yersiz konuşmalar yapmak mümine yakışmayan sözlerdir. Kişi bu söylenilen olumsuzlukları birebir yaşamasa da bir şekilde sıkıntısını ve imtihanını çekmek zorunda kalabilir. Zaten lüzumsuz konuşmak Allah Teâlâ'nın kuluna gadap ettiğinin alametlerindendir.
Beddua almaktan kaçınmalı.
Efendimiz (s.a.s) mealen bir hadis-i şeriflerinde "Zulme uğrayan kişi ile Allah Teâlâ arasında perde yoktur." buyurmuş ve kâfir bile olsa zulmederek ahh ve beddua almaktan bizleri sakındırmıştır.
Şunu da söyleyelim ki zalimin aleni olarak yaptığı zulmüne, fitne ve fesat çıkartmaya çalışanların fitnelerine, dine hıyanetle yaklaşanların hainliklerine karşı dua etmek bunların kahr u perişan olmasını dilemek, aslında beddua değildir.
Bir insan hak etmediği halde beddua veya lanete uğradıysa Allah'a sığınmalı ve hiç korkmamalıdır.
Hak yolda ilerlediğine emin ve doğru yaptığını kesin olarak biliyorsa insanların ondan memnuniyetsizliği ve beddua etmesi onu yolundan caydırmamalı ve hiç korkmamalıdır.
Çünkü mümin aynı zamanda Allah'a itimat eden şahıs demektir. Bir insan Allah'a imanından emin değilse zaten ona ne dua ne beddua fark etmez. (devam edecek)
* * *
GÖNÜL SAHİFESİ
Hz. Musa (a.s.)'a bir gün bir adam gelerek şöyle demiş. "Ya Musa, kendi tarlamı sürerken çok yoruluyorum, bir öküzüm var fakat yetmiyor, ikincisini alacağım param da yok, sabahtan akşama kadar çok eziyet çekiyorum. Ne olur Allah'a dua ettiğinde yahut Cenab-ı Hakk'la konuştuğunda beni de bir söylesen, hiç olmazsa bir öküzüm daha olsa da şu işleri yapabilsem" ricasında bulunmuş. Hz. Musa (a.s.) da elçiye zeval gelmez diyerek "Peki" demiş ayrılmış. Bir müddet sonra Hz. Musa (a.s.) tekrar adamla karşılaşmış. Adam heyecanla koşarak Musa (a.s.)'a gelmiş. "Ne oldu ya Musa? İşim halloldu mu, bir netice çıktı mı?" diye sormuş.
Musa (a.s.) adama "Bir cevap geldi ama ben de çok şaşırdım, bir mânâ veremedim" demiş.
Adam merakla "Ne oldu?" diye sorunca Hz. Musa, Cenab-ı Hak bana "Söyle o kuluma ona bir öküz daha vereceğim ancak bir şartla, komşusuna da bir öküz vereceğim." diye buyurdu. Ben de bu işe şaşırdım kaldım. İşte haber böyle demiş.
Bunun üzerine o mağdur gibi olan herif yaralı bir eşşek gibi böğürmeye başlamış. "Sakın ha sakın! Tamam ben vazgeçtim bana öküz vermesin, hatta Allah isterse benim bu öküzü de benden alsın.
Ama asla o komşuma bir öküz daha vermesin." diyerek hasedinden feryat etmiş. Cenab-ı Musa (a.s.) da hasetçi o kişinin hasedinden dolayı böyle bir imtihana ve cevaba müstehak olduğunu ibretle görüp fark etmiş.
* * *
AYET-i KERiME
* Onlar ayakta, oturarak ve yanları üzerine yatarken Allâh'ı anarlar, göklerin ve yerin yaratılışı üzerinde düşünürler: "Rabbimiz (derler), bunu boş yere yaratmadın, sen yücesin, bizi ateş azâbından koru!"
Âli İmrân - 191
Bu ayet ömür boyu Allah'ı zikretmek ve niçin yaratıldığımızı unutmamak için ibret ve nasihattır. Çünkü insan ya ayakta, ya oturur, ya yatar haldedir.
* * *
Hz. İnsan'dan insana sesleniş
HADiS-i ŞERiF
* Zikrullah kalplerin şifasıdır.
Münavi
Peygamber Efendimiz (s.a.s.); kötü ahlâk olarak bildiğimiz birçok huyun tedavisi için zikrullah şarttır. Çünkü kişi Allah'tan gafil olduğu mühletçe bir hatadan bir hataya düşecektir. Fakat Allah'ın zikriyle meşgul olan bir kalp, elbette Cenab-ı Hakk'ın korumasındadır.
* * *
SORDUM ÖĞRENDİM
* Oruç tutmayan kimse Teravih namazı kılabilir mi?
Teravih namazı Ramazan ayına ait bir sünnetidir, oruçla doğrudan ilişkisi yoktur. Bu nedenle, mazeretli ya da mazeretsiz oruç tutmayan kişiler için de Teravih namazı kılmak sünnet-i müekkededir.
* * *
Ya rabbi tembellikten, korkaklıktan ve kötü ahlâktan sana sığınırım.
Âmin
M.FATİH ÇITLAK