Havva'nın avret yerlerinin görünmesi üzerine utanmaları, bu duygunun fıtrî olduğuna işarettir. Hayâ sahibi olmak, çirkinliklere karşı tavır almak, kötülüklerden rahatsız olmak, ahlaka aykırı söz ve davranışların aleniyet kazanmasından tedirginlik duymaktır.
Bu anlamda Allah da hayâ sahibidir.
Günahların görülmemesi için onları örtmek ister. Hz. Peygamber şöyle buyurmuşlardır: "Allah çok hayâ sahibidir. Günahları örter ve hayâyı sever" (Nesâî, Gusl, 7). Kur'ân-ı Ker'im'de hayâ kavramı Allah için de kullanılmıştır.
"Şüphesiz Allah sivrisineği ve onun da ötesinde bir varlığı misal getirmekten hayâ duymaz" (el-Bakara 2/26) meâlindeki âyeti İslâm âlimleri yorumlarken "Kötü ve çirkin bir işi yapmayı zâtına lâyık görmeme, daima iyi olanı yapma" şeklinde anlaşılması gerektiğini belirtmişlerdir.
İNSANI DİĞERLERİNDEN AYIRIR
Peygamber Efendimiz'in hayâ ile ilgili hadislerinden bazıları şöyledir: "Hayâ bütünüyle hayırdır" (Müslim, Îmân, 61); "Hayâ sadece iyilik getirir" (Buhârî, Edeb, 77).
Hz. Peygamber'in arkadaşları onun yüksek bir hayâ duygusu taşıdığını, evinde edebiyle oturan bir genç kızdan daha hayâlı olduğunu ifade etmişlerdir. Allah Resûlü hayâ duygusuna sahip olan Hz. Osman'a özel bir değer vermiş; kendisini ziyarete gelen Hz.
Ebû Bekir ve Hz. Ömer'i rahat bir vaziyette karşıladığı halde Hz. Osman geldiğinde hemen derlenip toparlanmış; bunun sebebi sorulduğunda ise, "Meleklerin bile hayâ ettiği insandan benim hayâ etmemem doğru olmaz" buyurmuştur. (Müslim, Fezâilü's-sahâbe, 26) "Hayâ imandandır" anlamındaki hadis (Buhârî, Îmân, 16) İslâm toplumlarında bir özdeyiş haline gelmiştir. "Eğer utanmıyorsan istediğini yapabilirsin" hadisi de tarih boyunca İslâm toplumlarının ahlâk zihniyeti ve terbiyesinin karakterini belirleyen bir etki doğurmuştur.
İnsanı diğer canlılardan ayıran en önemli haslet edep ve hayâdır. Hayvanlarda utanma duygusu olmadığı için insanlarca ayıp ve kötü sayılan fiilleri aşikâr olarak işlerler. Bundan dolayı da bir vicdan azabı ve pişmanlık hissetmezler. Hayâ sahibi insan işlediği günahtan ötürü önce Allah'tan utanır ayrıca insanlara karşı da mahcubiyet duyar.
Her utanma hayâ olmaz. Aşırı çekingenlikten, içe kapanık olmaktan, kendine güvensizlikten, başarısızlık korkusundan kaynaklanan utanmalara hayâ denmez.
İnsanın sorumluluklarını yerine getirmesini engelleyen, onu hakkını elde etmekten alıkoyan ve iyilik yapmaktan uzaklaştıran utanma hissi, İslam dinindeki haya anlayışıyla bağdaşmaz. Zira böylesine utangaç olmak kişinin kendisine zarar verir, onu güzel ve hayırlı amelleri işlemekten mahrum kılar. Kişiyi aciz bırakan bu hal, aslında hayâ değil çekingenliktir.
Hz. Peygamber, Allah'tan nasıl haya edileceğini kendisi öğretmiştir. Bir gün ashabına, "Allah'tan gereği gibi, hakkıyla haya edin!" buyurunca onlar, "Ey Allah'ın Resulü!
Elhamdülillah biz Allah'tan hayâ ediyoruz." demişlerdi. Bunun üzerine Resuli Ekrem şöyle açıklamıştı sözlerini: "Bu, sizin anladığınız gibi değildir! Allah'tan hakkıyla haya etmek, baş ve başta bulunan organlarla, karın ve karnın içine aldığı organlan korumak, ölümü ve çürümeyi daima hatırlamaktır. Ahireti arzu eden, dünyanın süsünü terk eder. Kim bu şekilde davranırsa Allah'tan gereği gibi hayâ etmiş olur (Tirmizî, Sıfatü'l-kıyame, 24).
ESARETTEN KURTULUR
Edep ve hayâyı kuşanan kalpte ancak hayır ve güzellik bulunur. Edebi şiar edinmiş bir zihinden ancak faydalı düşünceler sadır olur. Edeple konuşan bir dilden ancak hayırlı ve hoş sözler dökülür.
Böyle bir dil, kendini ilgilendirmeyen boş sözlerden, dedikodu, yalan, iftira gibi mümine yakışmayan konuşmalardan uzak durur.
Edep ve hayâ ile bakan göz, kendi ayıbını aramaktan başkalarının kusur ve noksanını göremez. "Söyle müminlere, gözlerini muhafaza etsinler."(3) âyetinin terbiyesinden geçen göz, mahremiyet sınırlarını ihlal edemez. Edep ve hayâ perdesine bürünen kulak, Rabbimiz'in hoşnut olmadığı her türlü söze kapalıdır. Edep ve hayânın tadına varan gönül, kin, haset, kibir, nefret gibi her türlü nefsani duygunun esaretinden kurtulur. Günümüzde insanlık büyük oranda, bir edep ve hayâ mahrumiyeti, bir ahlak çöküntüsü yaşamaktadır. Ahlâkî değerler giderek yozlaşmaktadır. Öyle ki, önceleri edep ve hayâ sahibi olanlar övülür, değerli görülürken, şimdilerde edepli davranmak ve hayâlı olmak bir eksiklik, bir zayıflık gibi algılanmaktadır. Edebe aykırı sözler sarf etmek ve ahlâk dışı davranışları alenî olarak işlemek ise ne acıdır ki kimilerince cesaretin, özgüvenin ve özgürlüğün göstergesi kabul edilmektedir.
Edep ve hayâ yoksunluğu, insanın değer bakımından yoksullaşmasının bir ifadesidir.
Edepsizlik, değersizliktir. İnsanın fıtratında var olan edebi, hayâyı kaybetmek, kişiyi "en şerefli varlık" olmaktan çıkararak değersizleştirir.
Şifa niyetiyle Kur'an okumak ve okutmak caiz midir?
KIŞININ maddi, manevi ve ruhi rahatsızlıklardan kurtulması için tıbbi tedavi yöntemlerine başvurması temel ilkedir. Hasta olan kimse, ihtiyarlık ve ölüm dışında her hastalığın mutlaka bir çaresi olduğunun bilinciyle uzman hekimlere müracaat ederek tedavi yollarını aramalı, bunun yanında Yüce Allah'a sığınıp şifa vermesi için dua etmelidir. Şüphesiz Kur'an müminler için şifa ve rahmettir (el-İsrâ, 17/82).
Dolayısıyla gerek Kur'an-ı Kerim'de, gerekse hadislerde yer alan dualar ve sureler, belirli sayılarla sınırlanmayarak okunabilir. Bu okumaya rukye denir. Sahabenin rukye olarak Fâtiha Suresi'ni okuduğu ve Resûlullah'ın da bunu onayladığı bilinmektedir (Buhârî, Fedâilü'l-Kur'an 9). Aslında, duayı insanın kendisi okumalıdır.
Ancak, iyi ve takva sahibi bir insan olduğuna inandığı diğer müminlerden de kendisine dua etmesini isteyebilir. Hz. Âişe'den şöyle rivayet edilmiştir: "Hz.
Peygamber, hasta olan akrabalarının üzerine okuyarak sağ eliyle onları sıvazlar ve şöyle derdi: "Ey Allah'ım, ey insanların Rabbi, şu hastalığı gider, şifa ver, şifa veren Sensin. Senin vereceğin şifadan başka şifa yoktur. Hastalığı ortadan kaldıracak bir şifa ver" (İbn Mâce, Tıb, 35, 36). Bu maksatla bazı âlimler Kur'an-ı Kerim'den şifa konulu âyetlerin okunmasını tavsiye etmişlerdir. Şifa için okunan bazı âyetler şunlardır: et-Tevbe, 9/14; Yûnus, 10/57; en-Nahl, 16/69; eşŞu'arâ, 26/80; let, 41/44.
BR HADiS
"KIM bir Müslüman'ın dünya sıkıntılarından bir sıkıntıyı giderirse, Allah da onun kıyamet günündeki sıkıntılarından birini giderir.
Kim darda kalan bir kimsenin işini kolaylaştırırsa, Allah da dünya ve ahirette onun işlerini kolaylaştırır.
Kim bir Müslüman'ın ayıbını örterse, Allah da dünya ve ahirette onun ayıplarını örter. Kul, kardeşinin yardımında olduğu sürece, Allah da onun yardımcısı olur" (Ebû Dâvûd, Edeb, 60).
BiR DUA
ALLAH'IM! Faydasız ilimden, korkmayan kalpten, doymayan nefisten, ağlamayan gözden ve kabul olmayan duadan sana sığınırım...
PROF.DR ALİ KÖSE