Biraz içkili olduğunu itiraf etmem gerekiyor. Tarık hemen yanına sokuldu, 1960'ta İskoçya'ya attığı o muhteşem golden konuyu açtı ve AKG maçında, arkası kaleye dönükken topu doksana nasıl çaktığına kadar pek çok başarısını bir bir sıraladı. O ise yakışıklı yüzünde mütevazı bir ifadeyle dinliyordu. Tarık sonunda, "Bu işin sırrı neydi abi?" diye sordu. "Ellerini uzat" dedi kral. Avuçları yere dönük olarak uzattı Tarık. Ellerini onun avuçlarına bıraktı. "İstediğin zaman çek" dedi bu kez. Tarık her seferinde başarısız oldu, elini kralın ellerinden kurtaramadı. "Bu işin sırrı refleks" dedi. Profesyonel futbol yaşamının yıllar önce bitmesine rağmen refleksleri hala ilk günkü gibiydi. Ama başka bir şey daha vardı Metin Oktay'ı diğerlerinden ayıran. Onun sırrını da az sonra anladık. Nazım'dan öylesine bir şiir okudu ki Ziya Bar'ın var olmayan kalabalığı sanki ayağa kalktı. "İşte bu şiiri bilmeyen ne top oynar, ne gitar çalar, işin özü budur kardeşim" dedi.
Tarık, birkaç gün sonra, o geceyi, 14 Eylül günkü Cumhuriyet'te inanılmaz bir duyarlılıkla yazacaktı. ("Hani arayacaktın Metin Abi" yazısını internette bulursanız mutlaka okuyun) Bu satırları kaleme almasının sebebi Metin Oktay'ın trajik ölümüydü. O gece biz de ölümün yanından teğet geçmiştik. "Birlikte çıkalım" demişti Metin Ağabey, "Ben de araba var bırakırım sizi evlerinize..." Ama önce birkaç kadeh daha içmek istedi. Tarık'la ikimiz yorgunduk, yanaklarından öpüp ayrıldık. Onu son öpenlerin bizler olacağını nereden bilebilirdik ki? Az sonra o da arabasına binecek ve Boğaz Köprüsü'ndeki bariyerlere çarparak acı sonunu yaratacaktı.
Tam 19 yıl geçmiş aradan. O gece biz kaldık, usta gitti... Hayat ne garip ne acımasız ve ne kadar şaşkın. Golü kime, ne zaman atacağını bilemiyor.