Hikayemiz, adına Anatolya denilen küçük ama değerli bir toprak parçası üzerinde geçiyor. Daha doğrusu yerli halkının özgürlük için verdiği amansız mücadeleyi anlatıyor. Ülkenin bu kadar önemli olmasının nedeni, elbette bulunduğu bölgeyi tek başına temsil edecek güçte olması. Ama diğer yanda dünyayı yöneten Büyük Güç'ün işine gelmeyen bir durum bu. Çünkü Anatolya'ya hükmetmek diğer kabileleri de kolayca zapturapt altına almak demek.
Fakat bir sorun var, halk diğerlerine pek benzemiyor. Bir kere dini inançları bakımından, safsataya değil gerçek verilere inanıyorlar. Bu yüzden ayrıştırıldıkları anda bile müthiş bir beraberlik tablosu çizebiliyorlar. Tabii en önemli diğer neden, vatan sevgileri... Asırlardır dillere destan olmuş atalarından kalan bir aşk bu.
Bu yüzden Büyük Güç'ün işi her daim zor olmuş. Çoğunlukla da el altından halletme yoluna gidiyorlar. Anatolya'yı içten içe oymanın tek yolu, insan satın almak! Zaten öyle yapıyor ve en saflarını bulup beyin yıkamak suretiyle düzmece yönetici guruplar oluşturuyorlar. Seçilen liderler arasında tuzağı fark edenler de çıkıyor ama onlar da ya zehirleniyorlar ya asılıyorlar.
Böylece dünya ipleri Büyük Güç'ün elinde dünya dönmeye devam ediyor. Ta ki Anatolya'da işler karışana kadar. 'Gizli teşkilat' bir kez daha görevlendiriliyor ve deniyor ki, "Birini bulun, hem halk benimsesin ama son derece iyi niyetli olsun!" Elemanlar kısa araştırma sonucunda yerli halkın 'Uzun Adam' diye çağırdıkları yağız bir delikanlıyı işaret ediyorlar. Tabii doğrudan kendileri çıkmıyor karşısına, bir aracı buluyorlar.
Ağzı iyi laf yapan ve zaten bir süredir Büyük Güç'ün maşası olmuş biri. Adam allem ediyor kallem ediyor ve aklından 'başkanlık' bile geçmeyen Uzun Adam'ı sonunda ikna ediyor.
Aradan seneler geçiyor ve Adam'ımız bir fark ediyor ki, aracı Satılmış Efendi bildiği insan değil! Tabii hemen kendi gibi vatan aşığı birkaç arkadaşını topluyor ve 'olayı araştırma' görevi veriyor. Bir de ne görsün; Bizim Satılmış amca ülkenin tüm resmi kurumlarına kendi adamlarını yerleştirmiş, kuyruklarını da Büyük Güç'ün eline tutuşturmuş bile.
Gerisi ülke çapında bir kampanya, "Beni seven arkamdan gelsin" çağrısı. Artık tek amaç var, vatanı hem bu aradaki maşadan hem de Büyük Düşman'ın elinden kurtarmak! Tabii karşı tarafı büyük bir telaş alıyor ve yine malum teşkilat görevlendiriliyor. Karar şu; komşu kabilelerdeki liderlerin başına getirtilenlerin aynısı Uzun Adam için de yürürlüğe konulacak ve tez elden ortadan yok edilecek!
Fakat bir şeyi unutuyor ticaret erbabı Satılmış amcamız ve dünyanın Büyük Güç'ü; O 'Uzun'un arkasında acayip bir insan topluluğu birikmiş! "Onu kimselere yedirtmeyiz, hatta bir üst yetkiyle donatacağız ki alayınızın hakkından gelsin" diyorlar üstelik. Filmin en heyecanlı yerine geliyoruz; büyük ve küçük iblisler pes etmemiş, Uzun Adam'ın yerine koyacakları -belki de farkında bile değilleryeni bir ekip oluşturuyorlar çarçabuk.
Olaylar gelişiyor ve finalin bir öncesinde şöyle bir plan izliyoruz; Uzun Adam'ı ele geçirip bir direğe bağlamışlar, ertesi gün infaz edilecek. Ama bizim uyanık ajan provokatör efendi itiraz ediyor, "Olmaz" diyor "O zaman efsane olur, türkü olur dillere düşer, bırakalım kaçsın!" Nitekim gece yarısı bastonuna tutuna tutuna varıyor yanına, ipleri kesiyor ve diyor ki, "Fırsat varken kaç, canını kurtar." Kahramanımızın ilk işi bu bitik surata koca bir tükürük atmak oluyor. "Kaçmayacağım, çünkü biz kefenimizi giyip geldik!"
Ama ben mutlu finalleri severim. Bu yüzden son sahneye, idam tahtasından çok daha güçlü bir başka sandık koydum, halk gidip oyunu atsın diye. Filmin 'dış sesi' ise bu arada şöyle demekte; "Ah be Uzun Adam, neden uyandın meseleye de herifçioğullarının hikayelerini senaryo ettin bıraktın ellerinde. Bak Ferdi Tayfur filmlerini yazan Arda Uskan'a bile konu oldular."