Yıl 1984, İstanbul Barbaros'ta bulunan İslam Araştırmalar Merkezi, genç bilim adamı adaylarına burs veriyor. Bu insanlar da önemli çalışmalar kaleme alıyorlar. İddiaya göre aynı yıl Ekmeleddin İhsanoğlu yazılımları ele geçiriyor ve onlar üzerinden Kültür ve Bilim Tarihi Profesörü olmaya hak kazanıyor.
Üstelik kendisi o sıralar kimya doçenti!
Sonrasında İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi'nde aynı konu 'akademik usulsüzlükler ve haksız unvanlar' başlığı altında günlerce tartışılıyor. Hatta olayı kurula getiren Rektör Kemal Alemdaroğlu görevinden kovuluyor. Burada bir parantez açmak lazım; O yıllarda ismi cismi bilinmeyen İhsanoğlu, koskoca bir rektörü işinden ettirecek gücü nereden buluyordu?
Şimdi yapacağı tek şey, çıkıp olayı tüm detaylarıyla anlatmak. Bu önce seçmenine olan boyun borcudur. O yanaşmaz ise görev, Devlet Bahçeli ve Kemal Kılıçdaroğlu'na düşüyor. Üstelik Yaşar Nuri Hoca adres de gösteriyor; 'O malum toplantıların isim isim yazılı tutanakları bu gün İstanbul Üniversitesi arşivlerinde durmakta' diyor. Demek ki rektörlüğe başvurulup, belgelerin istenmesi ve kamuoyuna açıklanması hiç de zor değil.
Kendileri yanaşmadıkları taktirde iş, araştırmacı gazetecilerimizindir artık. Önce "İhsanoğlu'nun profesörlük tezi bulunup internette yayınlanacak, yanına da 'çaldığı' iddia edilen çalışma metinleri konacak" ki ne kadar benzeşiyorlar görelim.
Aksi taktirde arkadaşlar köşk yolunu hepten unutabilirler. Belki bir tek, radikal değişikle son anda Ekmeleddin İhsanoğlu'nun yerine Emine Ülker Tarhan aday gösterilebilir ki bir şans ışığı doğsun. Tabii bu şaibe, CHP ve MHP'yi yer ile yeksan etmez ise.
Sahi ne mevsimindeyiz?
Ne diyor Sevgili Fatih Kısaparmak, "Bir kere sevdaya tutulmaya gör, ateşlere yandığının resmidir. Aşık dediğin mecnun misali kör, ne bilsin alem de ne mevsimidir..." Sizce ne mevsimindeyiz arkadaşlar? Trafik kazaları mevsimi mi, yoksa orman yangınları mı? Veya karpuz mevsimini ulusça idrak ettiğimiz şu günlerde, elemanı lök diye lavaboya koyup çökelttiğimizden 'evye tamirleri' mevsimini mi yaşamaktayız?
Onu bunu bilmem, felaketler artık guruplar halinde geliyor. Bir dönem peş peşe depremler yaşadık, yakın zamanda çocuk ölümlerine şahit olduk, bu günlerde de otobüs faciaları aldı başını gidiyor. Astrologlara göre nedeni ay ve güneş tutulmaları. Bana sorarsanız sebep tamamen 'kafa tutulması!' Çünkü bu felaket mevsimlerinin artık 'kul yapısı' yani insan icadı olduklarına var gücümle inanmaktayım.
Hülya yine şaşırtmadı!
Takvim, haberi 'şaşırttı' diye verdi oysa.
Konu malum, Hülya Avşar'ın sivri çıkışları.
Bu kez de sorulan bir sual üzerine (artık nasıl bir soruysa) "Eğer Zehra, 'eşcinselim' derse, evladımdır, başımın üzerinde yeri vardır. Hiç garip gelmiyor bana, olayı büyüteceğimi de düşünmüyorum" demiş.
Ve sosyal medyada farklı tepkiler almış. Bir erkek çocuğu babası olarak tepki hakkımı kullanıyorum; Ey güzel gözlü anne, başına gelmeyince bilemezsin ki!
Sosyal yapım ise tam tersini söylüyor, 'Gay olmak tamamen senin benim gibi doğanın işidir ve elde olan bir şey değildir!' Bu yüzden hem kendimize hem o insanlara işkence etmenin hiç bir faydası yoktur. Söz konusu çocuğumuzsa şayet, ne yapalım yani, eşcinselliği suç sayıp evladımızı öldürüp soka mı atalım?
Yeri gelmişken, oğlu gay olan ana babalara "Allah kurtarsın' denmesine de karşıyım.
Bu Metris cezaevi değil ki kurtarsın. Olsa olsa yanlış bir bedende müebbet tutsaklık.