HERKESİN çocukluğundan hafızasına kazınan benzer bir anıdır aslında bu. Ekonomik ve sosyal durumu sizden daha iyi olan bir çocuk mahalle maçlarının kuralını koyar. Çünkü top onundur. O istediği gibi topla oynar, istediği zaman da maçı bitirir. Acı ve bir o kadar da sinir bozucu bir gerçek.
"Topun sahibi olma" kavramı şu anda çok daha farklı bir şekilde futbolun ve doğal olarak hayatımızın içinde.
Futbolun günümüzde geldiği noktada en önemli amaçlardan birisi topa ve dolayısıyla oyuna sahip olmak. Peki her takım bunu yapmak zorunda mı? Bu sorunun yanıtını sizin oyuncu ve buna bağlı gelişen oyun profiliniz veriyor.
Vincenzo Montella sonrası Milli Takımımız ciddi bir anlayış değişimine gitti. Her zaman topa sahip olarak değil bazen de rakibi karşılayarak, topu almadan da oyunu almayı hedefleyen bir anlayışa sahibiz artık.
Doğru rakiple buluştuğunda bugüne kadar hep iyi sonuçlar veren bir plan bu aslında.
Rakamlarla desteklemek gerekirse...
Deplasmanda kazanılan Hırvatistan maçında topa sahip olma yüzdemiz 37'ydi. Almanya galibiyetinde ise bu rakam 45'ti. Tam ters bir istatistik vermek gerekirse oyun olarak ciddi krizler yaşadığımız Galler maçında yüzde 61, Letonya maçında 68, son olarak da Gürcistan maçında yüzde 56 topla oynadık.
UMUTLU OLMALIYIZ
Ortaya çıkan bu tablonun sebebi hem oyuncu profilimiz hem de birlikte oynama alışkanlığımızın fazla olmaması.
Bu bilgiler ışığında Portekiz maçına baktığımızda son derece umutlu olmamız gerekiyor. Almanya ve Hırvatistan önündeki gibi rakibin topa sahip olacağı, bizim karşılayacağımız, doğal olarak Barış, Kenan ve Arda'nın daha fazla alan bulacağı bir senaryo bizi bekliyor.
Evet küçükken topun bizim olmaması büyük biz travmaydı. Ancak bugün için bize umut veren bir durum bu. Doğru oyun, doğru senaryo içinde puan ya da puanlar almamamız için hiçbir sebep görmüyorum.