Zülfü'nün vedası ve Salih Bozok

Eklenme Tarihi 23 Ocak 2010
Zülfü Livaneli Atatürk'ün yaveri Salih Bozok'un anılarından yola çıkıp Veda filmini çekti malum. Ön izlenim yapanlar pek methediyor filmi. Salih Bozok'un kim olduğunu öğrenebilmek için bir dolu şey okudum. Muhteşem bir portre çıktı karşıma. Gelin sizinle de paylaşayım derlediklerimi. Oğlu Muzaffer Bozok babasını anlatıyor mesela. Diyor ki; "Ben o yıl 17 yaşında, Galatasaray 10. sınıfta talebeydim. Babam ise Savarona'da idi. Bana haber yollamış, 'Bu hafta sonu araba göndereceğim, gelsin onunla konuşacaklarım var' diye. Eyvah yine top oynadığımı duydu, haşlayacak diye korktum. Kızdığında çok sert olur, hatta döverdi. O gün bir makam arabası kapıya dayandı. Moskof Ziya diye tanınan üniformalı bir şoför beni evden aldı. Arabada Kel Ali (Ali Çetinkaya) vardı. Elini öptüm. Birlikte Savarona'ya gectik.
O ters, aksi, vurdu mu çınlatan babam gitmiş, yerine müşfik, sevecen, cana yakin bir adam gelmişti. Beni karşısına oturttu:
"Bak evladım. Artık koca adam oldun, seninle açık konuşacağım. Hakikatleri bilmelisin; Atatürk çok hasta, son günlerini yaşıyor. Onu ancak bir mucize kurtarır. Sağlığı için hep dua ediyoruz ama şayet ona bir şey olursa ben de yasamamaya kararlıyım. Benim için ondan sonra hayat düşünülemez artık...

DUYARSA UYANIR

Bunları o kadar ciddiyetle söylemişti ki, ben karşısında ağlamaya başladım.
'Ağlama oğlum, erkek adam ağlamaz' dedi.
İçeride uyuyan Atatürk'ün sesimi duyup rahatsız olabileceğini söyledi. Beni susturdu.
Konuştuklarımızın aramızda kalmasını istedi. Annemler o sıra Avrupa'da idi. Onlara telgraf çekip bir an önce trenle dönmelerini istemiş. Sen kendine çeki düzen ver, annenler gecikirse senin yapacağın şeyler var. Ailenin erkeği sensin, annen, ablaların sana emanet. Oku memleketine faydalı bir adam ol dedi.
Babam bunları söylerken hıçkıra hıçkıra ağlıyordum.
Hiç bir şey söylemedim. Beni öptü ve uğurladı.
Sonradan bir sabah kapıdan çıkmak üzereyken banyoda traş olan babam 'gel evladım, öpeyim seni diye yanına çağırdı. Orada vedalaşırken eliyle göğsünü kapattığını fark ettim.
Meğer Atatürk'ün ardından seçebileceği en kolay ölüm yöntemini belirlemek için hekimlere danışmış. Atatürk'ü tedavi eden doktorlardan birine; 'Doktor, insan kalbinin hangi tarafına kursun yerse ölür?' diye sormuş. Doktor; 'Aç göğsünü göstereyim' demiş. Babam doktorun parmağıyla gösterdiği noktayı hemen tendurdiyotla işaretlemiş. 'Yanlış yere nişan alıp ona kavuşamamaktan korkuyordum' demiş daha sonra. 10 Kasım sabahı muhafız komutanı İsmail Hakkı Tekçe'nin odasında yaptığı şey 'şuursuz' bir feveranın yansıması değil, aylar süren bir hazırlığın sonucuymuş yani.
Babam odaya girdikten sonra tam işaretlediği noktaya sıkmış kurşunu... Lakin vücudu çok yağlı olduğu için kurşun kalbi bir, iki milimetrelik bir sapmayla sıyırmış, ciğerini boydan boya delip geçmiş, sırtına saplanıp kalmış. Dostları kanlar içinde hastaneye kaldırmışlar babamı. Operator (Kara) Kamil Bey'in vücuttan çıkarttığı O kurşunu ablam ölene dek boynunda kolye olarak taşıdı.