Cinsel, tensel, duygusal olarak birine hissettiğimiz aşk var.
İçimizde hissettiğimiz doğaya ve dünyaya olan aşk var.
Bir de, ebedi aşk var… Genç semazen Emre Yıldırım'ın 'Dilden Yare' adlı tasavvuf şiir kitabı dikkatimi çekti. Şiir okumayı pek tercih etmesem de Mevlana bakış açısı beni her zaman etkiler.
26 yaşındaki semazen Emre Yıldırım dünyada sufi dans yapan ilk Türk. Semazenleri elektronik müzikle bir araya getirerek adını duyuran genç semazen, hazırladığı gösterilerle geleneksel semanın ötesine geçerek sufi dansına yepyeni bir boyut getirmiş.
Yurt dışında sufi dansını meşk ederek bu kültürü dünyaya yaymaya devam ediyor.
Allah'a, Peygamber'e ve birçok İslam ve tasavvuf büyüklerine olan sevgisini aktardığı kitabından hoşuma giden bir alıntı yapmak isterim; ebedi aşkın verdiği huzuru böylesine güzel anlattığı ve günümüz insanına mesaj verdiği için… Hakikat sensin marifet sensin Varlık sensin yokluk sensin Mecliste vurulan tevhit Rüyada gördüğüm rahmet sensin.
Can sensin canan sensin Yol sensin yoldaş sensin Gönlümdeki aşk Rüyada gördüğüm rahmet sensin.
* * *
Aşkın çeşitleri
Şimdi burada bahsedeceğim aşkın ve ilişkinin çeşitleri ise, iki insanın birbirine duyduğu aşk ile ilintili. Psikayatr Dr. Cem Mumcu'nun gözlemiyle; Gerçek ilişkide hepsi var. Batı düşüncesinde aşkın temel anlamda dört çeşidi var. Basitçe anlatmak gerekirse, ilki libido.
Bu bildiğiniz seks ya da şehvet.
Sonra eros geliyor; bu yaratmaya ve üretmeye dönük ve daha yüksek ve derin biçimi aşkın.
Sonra philia geliyor; daha dostluğa, kardeşliğe yakın bir sevme biçimi. Ve agape; adanmış, karşılıksız, menfaatsiz sevgi.
Gerçek bir ilişki ve aşk deneyiminde bunların hepsinin olması ideal olanı. Libidonun tümüyle bastırılması veya agapenin hiç olmaması gibi durumların nelere yol açtığını aslında biliyoruz. Aslında hepimiz yaklaşık olarak bu dördünün iyi oranlarda karıştığı bir ilişki istiyoruz.
Bunu çeşitli biçimlerde de günlük hayatımızda dile getiriyoruz, öyle değil mi? "Artık kardeş gibi olduk", "Onu seviyorum ama öyle değil" gibi konuşmalarda libido neredeyse hiç yok. Hatta genellikle bu durumlarda gözümüz dışarıya kaymaya başlıyor. Gözümüzün peşinden gidersek aldatıyoruz.
Aldatmanın verdiği suçlulukla iyiden iyiye sıkışıyoruz.
Mesela, ertesi gün telefonla aranmayı bekleyen sağlıklı kadın, aslında libidosunu yaşadığı adamın eros'unu, philia'sını ve agape'sini teyit etmek istiyor.
Bastırılmış cinselliğin üzerindeki örtüyü atıp aştık derken, aşktan korkar oldu kimimiz. Tenimizin arzularını hissetmeye başladık, fakat bu kez de bedenimizi kullanıp ana hislerimizi yaşayamaz olduk.
Umursamazlığı, kayıtsızlığı, arzu etmeyişi, heyecansızlığı 'cool' bulmaya başladık. Bedenlerimiz özgürleşirken ruhlarımız buna eşlik etmedi.
Cem Mumcu'nun bu tespitlerini çok doğru buldum.
Dengeyi sağlayamıyoruz.
Ya ruhsuz ilişkiler sarıyor etrafı ya da başlamadan biten ruhani aşklar… Bildiğimiz şeyi uygulayabilsek ve sağlıklı ilişkiler yaşasak, hayat ne kadar kolay olacak halbuki…