Seyahat etmenin insan ruhunda ve beyninde yarattığı güzellikleri, yenilikleri iyi bilirim. Çünkü sadece beden seyahat etmez; kafadaki düşünceler de değişime uğrar. Farklı yerler görürüz, yeni kültürler öğreniriz, başka insanların hayata bakışını gözlemleriz.
Geçen hafta İspanya'nın kuzeydoğusundaki Katalan şehri Barselona'ya üçüncü gidişimdi.
Önceki seyahatlerim çok kısaydı ve iş sebebiyleydi. Pek birşey anlamamıştım. Bu kez dört kız olarak doyasıya üç gün geçirdik.
Her şehrin kendi ruhu vardır; tıpkı insanlar gibi. Altı ay Madrid'te yaşamıştım mesela; iki şehrin benzer yanları olsa da birbirinden farkları var. İspanyol halkı eğlenceyi sever; öğleden sonra uykusunu uyur; geç yatar geç kalkar, acelesi koşturması yoktur. Yani, fiesta siesta bolcadır. Ancak Barselona'da diğer İspanyol şehirlerindeki gibi boğa güreşi ve Flamenko gösterileri izlemek pek gelenekten sayılmaz.
RENK VE SANAT
Barselona bir sanat şehri. Rengarenk!
Binaların özgün tasarımı, Modernisme denilen mimarinin asimetrik ama göz alıcı duruşu, objelerin renk cümbüşü halinde üretilmesi...
Geniş bulvarlar ve aynı şehirdeki Ortaçağ binalarıyla dar sokakların tezatlığı... Tarihin izlerinin dinamik nüfusla harmanlanması...
Liman şehri olmasının olanaklarını kullanması...
Ünlü mimar Gaudi'nin eserlerinin her yerde tüm ihtişamıyla sergilenmesi... Joan Miro ve Salvador Dali gibi sanatçıların vatanı olması...
Şehrin politik yapısına pek girmeyeceğim; 1978 yılında çıkan Otonomi Yasası ile Katalonya önemli ölçüde özerklik kazanmıştır. Şehirde iki dil birden kullanılıyor; İspanyolca ve benzeri Katalanca.
Barselona yürüyerek gezmek için ideal şehirlerden. La Rambla adlı bulvarı ve devamındaki Passeig de Gracias'ta yüzlerce mağaza ve cafe mevcut. Bizdeki İstiklal Caddesi, Abdi İpekçi Caddesi ve Bağdat Caddesi karışımı diyebilirim.
Sokaklarda müzisyenler, gösteri yapanlar, ilginç kostümleriyle hareket etmeden duranlar görürsünüz. Canlı bir şehir olduğunu böylece fark ediyorsunuz.
EN BÜYÜK STAD
Keyifli bir uzun haftasonu için gittiğim Barselona tatilinde dayanamayıp kendime bir iş çıkardım. Seyahatimden bir kaç hafta önce FC Barcelona futbol takımının eski genel müdürü ile e-mailleşmeye başladım. Kendisini geçen yıl Galatasaray Spor Klubü'nün başkanlık seçimleri için İstanbul'a geldiğinde tanımıştım.
Tutturdum; takımın en yıldız futbolcusu Messi ile röportaj istedim. Messi de kısa zaman önce 'Altın Top' ödülünü alarak Avrupa'nın en iyi futbolcusu seçildi. Dünya basını peşinde.
Röportajın mümkün olmayacağını ancak belki tanıştırılma şansımın olduğunu öğrendim.
Tanışmak ve bir kare fotoğraf için maça gitmem gerekti. Pazar akşamımı Barcelona-Malaga lig maçına ayırdım.
Avrupa'nın en büyük stadı Camp Nou'daki basın tribünündeki tek kadın olarak izledim maçı. Yanımdaki spor yazarları maçın her dakikasını not alırken ben etrafımı inceliyordum.
Fotoğraflar çekiyor ve ayıp olmasın diye ben de notlar alıyordum.
Nihayet maç bitiminde 'Mix Zone' denilen sadece yayıncı kuruluş ve belli radyoların alındığı özel bir bölüme geçtim. Burası oyuncuların soyunma odalarından çıkıp otoparktaki araçlarına gitmeden önceki son geçiş noktası.
Messi o günkü maçta gol atmadı; bu yüzden de keyfine göre davranan biri olarak o geçiş noktasına gelmeyeceğini öğrendim. 'Ama, ama' diye söylenirken elimdeki formaları imzalattırmayı akıl ettim. Formalarım imzalanıp getirildi.
Elim boş dönemezdim, gazeteme ne derim?
Takımın yine bir başka yıldız futbolcusu Iniesta ile tanışmak istedim. Maçın ilk golünü atan Iniesta röportajlarını verdikten sonra benimle tanıştırıldı. Türk bir gazetecinin gelip maçı izlemesine biraz şaşırdı. Beraber bir hatıra fotoğrafı da çektirdik.
Böylece keyifli, mutlu ve eli dolu döndüm Barselona gezimden...