Yalan siyaseti
DOĞRU ayağa kalkana kadar yalan dünyayı dolaşırmış.
Batılı dostlarımız ve sözde müttefiklerimiz sayesinde bu sözün ne kadar doğru olduğunu bizzat deneyimlediğimiz bir süreci yaşıyoruz.
Doğu Akdeniz'de, Ege'de, Libya'da, Kafkasya'da, Suriye'de, Kıbrıs'ta uluslararası hukuka bağlı kalarak çıkarlarını savunan, hem sahada hem masada hakkını yedirmeyen Türkiye'yi yalan siyasetiyle engellemeye çalışıyorlar.
Bunu başarabilirler mi?
Tabi ki hayır… Çünkü Türkiye artık tam da Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın ifade ettiği gibi "Kimsenin hakkına göz dikmeyen ama kendi hakkını da söke söke alan bir ülke" olarak yoluna devam ediyor.
Güvenlik kaynaklarından alınan bilgiye göre Batılı dostlarımız özel sohbetlerde Türk muhataplarına "Anlaşmazlık yaşadığımız birçok konuda sizin haklı olduğunuzu biliyoruz" diyor! Ama iş resmiyete gelince hemen yan çiziyorlar.
Ve çözümsüzlüğe oynuyorlar.
Aslında Batının bu iki yüzlü tavrı şaşırtıcı değil. Acı olan onların bu yalan siyasetine içerden bilerek ya da bilmeyerek destek olanların tutumu.
Ne demek istediğimizi biraz açalım. Meselenin hem diplomatik hem de askeri tarafı var. Askeri boyutundan başlayalım.
15 Temmuz ihanetinden sonra FETÖ'cü hainlerden arınan Türk Silahlı Kuvvetleri dünya harp tarihine geçecek sınır ötesi askeri operasyonlarla Türkiye'ye kurulan tuzakları yerle bir etti.
Milli Savunma Bakanı Hulusi Akar'ın ifadesiyle "Ölürsek şehit, yaşarsak gazi" anlayışıyla hareket eden güçlü bir ordumuz var.
Kara Kuvvetlerimiz 5 ayrı harekatı aynı anda icra edebiliyor. Hava Kuvvetlerimizin pilot sayısı darbe girişimi sonrası yüzde 20'lere düşmesine rağmen uçaklarımız terörle mücadelede ve tüm harekatlarda hedefleri tam isabetle vuruyor.
Dünya donanmalarında uçak gemileri için bile kesintisiz gerçekleştirilen 150 günlük seyir süresi büyük başarı olarak kabul ediliyor.
Bizim TCG GİRESUN 175, TCG GEDİZ gemimiz 151 gün kesintisiz seyirlerine devam ediyor, Mavi Vatan'ı 7/24 koruyor.
Terörle mücadelede gelinen aşama, savunma sanayinde yazılan başarı hikayeleri de cabası. Hal böyleyken birileri çıkıyor, televizyonda "Türkiye'nin kara savaşı yapacak ordusu yok" yalanını ortaya atıyor.
Bir diğeri "S-400'ler depoda çürüyecek" iftirasında bulunuyor. FETÖ'nün değirmenine su taşıyan argümanları kullananlar neye alet olduklarının maalesef farkında bile değil. S-400'ler konusunda Türkiye'nin tavrı son derece net. Güvenlik kaynakların verdiği bilgiye göre S-400'lerin 'deneme ve sistemlerin kontrolü aşaması' tamamlandı. Süreç önceden planlandığı şekilde yürüyor.
2011'den beri hava savunması konusunda ciddi tehdit altında olan Türkiye'yi S-400 almaya mecbur bırakanın sözde müttefiklerimiz olduğunu da unutmamak lazım.
Patriotları bize neden vermediklerini bir türlü açıklayamıyorlar.
Bu arada S-400 üzerinden yapılan "Türkiye'nin ekseni kaydı" iddiaları da gerçeklikten uzak bir yaklaşım. Güvenlik kaynakları "Bu konuda bizi suçlayanlar da işin aslının ne olduğunu biliyor. Biz NATO içinde havada, karada, denizde sorumluklarını en iyi şekilde yerine getiren ülkelerin başında geliyoruz" değerlendirmesi yapıyor.
Gelelim yalan siyasetinin diplomatik alanda karşımıza çıkardığı engellere.
Ege'de statüsü belli olmayan ada-adacık ve kayalıklarla Yunanistan'ın silahlandırdığı adalar meselesi yıllardır ülke gündeminde.
İktidarı Ege adalarını Yunanistan'a bırakmakla suçlayan çevreler aslında bu söylemle karşı tarafın bu meseleyi oldu bittiye getirme çabalarına farkında olmadan destek veriyor.
Oysa Türkiye bu konuda uluslararası arenada haklarını korumak için ciddi bir mücadele veriyor. Üstelik siyasi irade bunu yaparken iç kamuoyuna şirin görünmek için bu meselede sorumluluğun kendisinden önceki hükümetlerde olduğu gerçeğini hiç dile getirmiyor. Bu konudaki tartışmaları bitirir mi bilmem ama tarihe not düşmek için bir bilgi aktaralım.
Ege'de 1997 yılından itibaren Yunanistan'ın silahlandırdığı, hak iddia edebildiği hiçbir ada, adacık, kayalık yok.
Olası bir tahrik durumunda başlarına ne geleceğini Yunan tarafı çok iyi biliyor.