Dinle de karar ver.. Bugünkü Avrupa Birliği'ni kuran Almanya ve Fransa, biliyorsun II. Dünya Savaşı sonrasında düşman kardeşlerdi. Onları yan yana getiren, barıştıran ve AB'nin temellerini atan da böyle bir örgüttür. Adı; Moral Rearmament... Kısaca MRA yani.
Sorması ayıp ama ne demek bu?
Manevi Cihazlanma... Aynı Türkçe isimle İstanbul'da da faaliyet göstermişlerdi...
Avrupa Birliği ile bağlantısı ne?
Örgütün kurucusu Amerikalı Lüteryan papazı Frank Bushman'dı. Bu örgü, ilk önce 1929'da I. Dünya Savaşı sonrasında İngiltere'de, 'Oxford Grubu' adıyla kurulmuştu. Daha sonra II. Dünya Savaşı patladı. Bunlar savaş yıllarında Almanya'da bazı Hitler karşıtı Nazilerle çok gizli ilişkiler kurmuşlar. Nazi askerleri de MRA üyesiydi, tabii bazıları. Bunlardan Von Tott diye biri, Hitler'e düzenlediği başarısız bir suikast sonunda idam edilmişti. Savaştan sonra Almanya ve Fransa'yı barıştırmak isteyen bu örgüt olmuştur.
Bu barıştırma Avrupa Birliği'ne mi yol açtı diyorsun?
Dahasını söylüyorum. Örgütün ana felsefesi perde arkasında kalmaktı. Avrupa Birliği'nin temelleri, 1950'li yıllarda örgütün İsviçre'nin Caux kentindeki şatosunda atıldı. Bu gizli toplantıya Almanya ve Fransa tarafından çok önemli devlet adamları katılmıştı. İşin ilginci bunların ikisinin, bu iki ülkenin başbakanı olacaklarının daha önceden bilinmesi ve gerçekten de onlar seçildi.
Kimdi onlar?
Bildiğin isimler... Biri genç François Mitterand. Diğeri ise, sonradan Alman devlet başkanı olacak olan Konrad Adenauer. Fransız tarafına da, daha sonra Avrupa Birliği'nin manevi babası bayılan Robert Schuman ve AB'nin baş mimarı olarak bilinen Jean Monnet başkanlık ediyordu. Biliyorsun Mitterand, başbakan olduktan sonra AB ruhunu yaymaya çalıştı.
Peki bu adamlar, Mitterand ve Adenauer'ın daha sonra devletin başına geçeceklerini neye dayanarak öngörüyorlar ve buradaki hesap ne?
İşte işin bağlantı noktası da burada... Her ikisi de Gül ve Haç bağlantılı Mason localarının üyeleri! Fikir babası Robert Schuman da öyle... Güçlerini düşünebiliyor musun? AB aslında, Kilise Hristiyanlığı birliği değil, Gnostik-Masonik Hristiyanlığı Birliği... Robert Schuman o toplantıda, Fransa-Almanya kömür ve çelik ortaklığının kurulmasını önermiş. Böylece Ortak Pazar'ın da fikir babası olmuş.
Bu masonikgnostik örgütün Türkiye ayağına gelirsek, bildiğimiz isimler var mı?
Olmaz mı? Derneğin kurucularından biri, eski İstanbul Valisi Prof. Fahrettin Kerim Gökay mesela.
Gökay mı? 'Mini mini valimiz ne olacak halimiz' diye tekerlemelere konu olmuştu...
Kısacık boyu var ama müthiş bir adam. Elinin uzanmadığı yer yok... Örgütün ismini de aynen almışlar; Manevi Cihazlanma. Beyoğlu Asmalımescit Sokağı'nda bir apartmanın üst katında faaliyet gösteriyorlardı.
Fahrettin Kerim de masondu değil mi?
Hem de 33. dereceden. Derneğin en gizli ve özel toplantıları onun Kadıköy, Göztepe'deki köşkünde yapılırdı. Derneğin tüm üyeleri masondu ve hepsi de aynı zamanda Circle d' Orient (Büyük Kulüp) üyeleriydi...
Peki bunların ne tür faaliyetleri olmuştu?
1960'daki 27 Mayıs askeri darbesinden önce Adnan Menderes hükümetine ilginç bir proje götürmüşlerdi. Projeye göre, İstanbul 'Dünya Dinler Başkenti' yapılacaktı. Fener Patrikhanesi'ni de, Vatikan gibi ayrı bir devlet yapmayı önermişlerdi.
Uçmuşlar abi bunlar!
Devamı da var... Kariye Camii, bir çeşit Hilafet merkezi haline getirilecek, Ayasofya'da da Ortodoks ibadetine açılacaktı...
Menderes idam edildikten sonra her şey rafa kalktı herhalde! Ya da mantıksız bulundu.
Bunlar gerçekleşmedi ama 1963'den sonra örgüt, 'Dünya dinler arası diyalog ve hoşgörü' toplantılarına resmen başladı.
Son yıllarda da buna benzer şeyler moda oldu...
Evet, işte 'Üç dinbirliği' yani 'İbrani dinler' denen proje ilk kez bu mason derneği tarafından ortaya atılmıştır.
Manevi Cihazlanma'nın başka baba isimleri kimlerdi?
Türkiye tarihinde çok önemli rol oynayan ama adı az bilinen Prof. Hazım Atıf Kuyucak vardı. Cumhurbaşkanı Celal Bayar'a en yakın isimlerden biriydi ve masonların en etkili locası olan Nur Loca'sının Maşrık-ı Azamı'ydı. Türkiye'nin bütün petrol tasarımları ve anlaşmalarından sorumluydu. Aynı zamanda 1964 yılına kadar da Gül ve Haç kardeşliği örgütünün başkanlığını yürütmüştü. Ünlü Bilderberg toplantılarının, 1959'da İstanbul'da yapılan gizli oturumunda Türkiye'yi o temsil etmişti.
O zaman örgütün toplantıları da Teşvikiye'deki Gül ve Haç binasında, yani İzmir Palas'ta mı yapılıyordu?
Bir kısmı orada, bir kısmı İzmir'de. 1964 yılında Gül ve Haç şövalyeliğine yeni bir isim getirildi; 17. dereceden mason olan Cemal Birik. Birik'i önce 17. dereceden hemen Tapınak Şövalyeliğine, oradan da 33. dereceye atlatıp Gül ve Haç şövalyesi tayin eden, yukarıda sözünü ettiğimiz işte bu Profesör Kuyucak. Ve yanında da çok ilginç bir isim; Dışişleri Bakanı ve Cumhurbaşkanı vekili İhsan Sabri Çağlayangil olmuştur.
O da sıkı masonmuş değil mi?
Çok enteresan bir adamdı. 33. derecedeki mason siyasetçilerden biriydi. Aynı zamanda istihbaratçıydı. 'Manevi Cihazlanma' teşkilatının Türkiye'deki en güçlü isimlerinden biriydi. Biliyorsun bir ara Humeyni Türkiye'ye geldi ve Bursa'da zorunlu oturmaya tabii tutuldu. Ayetullah Humeyni ile ilgili gizli bilgilerin hepsi onda toplanıyordu.
Bir de Karaköy'de Ziraat Bankası üzerindeki mason heykellerinin hikayesini dinleyelim senden!
Ziraat Bankası'nın kurucusu Mithat Paşa da büyük mason üstadı. Bankacılık da para alışverişi demek. Bu, mason prensiplerine çok uygundur. Çünkü tarihte bankacılık dediğimiz zaman görürüz ki hadise 11. yüzyıldan itibaren şövalye tarikatları tarafından keşfedilmiş bir para alış veriş yöntemi. Bu adamlar Kudüs'e hacca gidiyorlar atlar üzerinde, tabii yolda hırsızı uğursuzu var...
Kim bu Kudüs yolcuları?
Dönemin Tapınak Şövalyeleri. Hacca gidecekler atlar üzerinde. Yolda malum eşkıyalar var. Adam gitmeden önce İtalya'da birine 500 altın veriyor, 'ben bu parayı Kudüs'ten alayım' diyor. Bir kağıt veriyorlar. İlk kredi kartı kullanımı buradan çıkıyor. Yolda beş kuruş yok üzerinde. Ama elindeki kağıtla, yolda her türlü alışverişini yapıyor. Yolculuk edebiliyor.
Bugün takside geçmiyor, o atlıdeveli dönemde geçiyormuş demek...
Geçmez mi? Sonra kağıdı Kudüs'teki adama götürüyor. Kaç para harcadıysa hesaptan düşüyorlar, kalan parasını alıyor.
Mithat Paşa'ya dönelim mi?
Mithat Paşa'ya... Mason olduğu için o binanın üzerine yaptırdığı heykellere 'dul kadın kesesi' deniyor. Diyelim ki bir mason öldü. Karısı, çocukları güç durumda kaldılar. Bütün masonlar para toplamak için bir kase dolaştırıyorlar aralarında. Toplanan parayı kadına veriyorlar. İşte bunun adı 'dul kadın kesesi.' Mithat Paşa da bunun sembolü olan heykelleri, Ziraat Bankası'nın üzerine diktirmiş. Bu arada altını çizelim, yine yer yerinden oynamasın; Mithat Paşa, Gül ve Haç üyesi değil, sadece mason.
TÜRKİYE'YE YÖN VEREN 'ŞÖVALYELER'
SON yüzyılın Türkiye'sine damgasını vurmuş olan siyasilerin en elit çekirdeği, hep mason ve Gül ve Haç şövalyesi unvanlı kişilerdi. İlk 20 kişiyi sayalım: Prens Halim Paşa, Prens Aziz Hasan Paşa, Yargıtay Başkanı Fuat Hulusi Demirelli, Dr. Mim Kemal Öke, Prof. Hazım Atıf Kuyucak, DP Milletvekili ve Manevi Cihazlanma Derneği Başkanı Dr. Ekrem Tok, Mukbil Gökdoğan, Prof. Sahir Erman, Dr. Enver Necdet Egeran, İçişleri Bakanı Şükrü Kaya, Dışişleri Bakanı Tevfik Rüştü Aras, Ankara Valisi Nevzat Tandoğan, İstanbul Valisi Prof. Fahrettin Kerim Gökay, Meclis Başkanı Kazım Özalp, Celal Bayar, Ali Kemren, Şeyh Ataullah Efendi, Amiral Mehmet Ali Paşa, Servet Yesari, Başvekil Hasan Saka, Devlet Şurası Başkanı Mustafa Reşit Mimaroğlu, Muhip Nihat Kuran.
'VER BİR FAHRETTİN KERİM..'
1900'de Eskişehir'de doğan Fahrettin Kerim Gökay, İstanbul Tıp Fakültesi'ni bitirdi. Münih, Hamburg ve Viyana'da uzmanlık eğitimi gördü. 1933'te profesör, 1942'de ise ordinaryus profesör oldu. 1949'da CHP iktidarınca İstanbul Valiliği ve Belediye Başkanlığına getirilen Gökay bu görevini 1957'ye değin, yani DP iktidarı döneminde de sürdürdü. Bern büyükelçiliği (1957-1960), YTP İstanbul milletvekilliği (1961- 1965), Sağlık ve Sosyal Yardım Bakanlığı (1963) görevlerinde bulundu. Gökay, İstanbul'a klakson yasağı getirdi. Beyoğlu'nda sarhoşları toplayarak Bakırköy Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesi'ne yatırdı. Bu yönüyle Gökay mizaha da bolca malzeme olmuş, o dönemde küçük rakı isteyenler bunu "Ver Bir Fahrettin Kerim" diye dile getirir olmuştu. Küçük rakı - Gökay benzetmesi onun kısa boylu olmasından kaynaklanıyordu. Ve halk tarafından çok sevilirdi.