Terörden Suriye'ye kadar çeşit çeşit mesele peşimizi bırakmıyor. Her gün yeni tür bir saldırıya maruz kalıyoruz.
Şimdi de ekonomik bir baskı var. Dolar hızla yükseldi.
Mücadele devam ediyor.
Son beş yıldır devlet ve millet bunların hepsiyle boğuştu.
Savunma yapmaktan elimizi alamadık. Ama bir yerlerde iyi işler de muhakkak oluyor. Bu uydu fırlatma işi tam da bu gerçeği hatırlattı.
Türkiye sadece savunmada değil.
Geleceğini kurgulamaya devam ediyor.
Yatırımlarını sürdürüyor. Köprü ve yol benzeri yatırımlarından bahsetmiyorum.
Onlar zaten düzenli bir biçimde devam etti. Hiç ara vermedi.
Onlar gündelik yatırımlar. Fakat bir de stratejik yatırımlar var. Uzaya uydu göndermek. Yerli silah geliştirmek gibi.
Gelecek on yıllarda Türkiye'nin güvenliğini sağlayacak derecede önemli yatırımlar bunlar. Görünen o ki bunca karmaşanın içerisinde böylesi uzun vadeli yatırımlar da devam ediyor.
Türkiye belki zorlanıyor ama geleceğini planlamaktan da vaz geçmiyor.
Bugünü kurtarmak tabi ki şart. Fakat geleceği ıskalamamak kaydıyla. Bu anlamda yapılacak en stratejik yatırım alanlarından birisi hiç şüphesiz silah sanayi.
Yıllardır maalesef kabul etmek zorunda olduğumuz bir gerçeklik var.
Türkiye silah teknolojileri bakımından büyük oranda NATO'ya bağlı kalmış.
Tarih boyunca NATO'nun büyük faydalarını gördük. Soğuk Savaş'ta Sovyet tehdidine karşı müttefiklik ettik.
Soğuk Savaş sonrası kriz alanlarında da faydasını gördük. Kosova'dan Irak'a kadar birçok alanda NATO hep bir araç ve güvence oldu.
Fakat bunların hep bir karşılığı olur. İttifaklar bir takas alanıdır.
Güvenlik alırsınız otonomi verirsiniz. Yani tehditten korunmak için başkalarıyla iş tutarsınız. Bu iş yapış biçimi de kaçınılmaz olarak çeşitli sınırlar getirir.
Yeni dostlar edinmenizi zorlaştırabilir.
Yok yere yeni düşmanlar kazanmanıza neden olabilir. Gereksiz çatışmalara sürükleyebilir. Kendi başınıza adım atmanıza engel olabilir. Tembellik meydana getirebilir. Hepsinden önemlisi bağımlılık yaratabilir.
En tehlikelisi budur. Ortaklar birbirine bağlı olur. Fakat bu eşit ortaklar için geçerlidir. Eğer ortaklar eşit değilse bir taraf öbürüne bağımlı hale gelebilir.
Maalesef yıllarca Türkiye'nin NATO ile kurduğu ilişkide böylesi bir bağımlılık oluşmuş. Türkiye kendi silah sanayini geliştirememiş. Ortaklarından satın alma yoluna gitmiş.
İşler iyiyken sorun olmuyor.
Fakat aramız açılmaya başlayınca tavırlar da değişiyor. Kıbrıs Barış Harekâtı'nda ve PKK ile mücadelede hep ayağımıza takıldı bu bağımlılık. Bugün aynı şekilde Avusturya gibi küçücük bir devlet bile Türkiye'ye silah ambargosu kararı alabiliyor.
Türkiye artık bu görüntüyü hak etmiyor. Yerli silah sanayi sadece güvenliğimiz için bir gereklilik değil. Bağımsız bir aktör olmanın da vaz geçilmez şartı. Yerli silah üretemezseniz aktör olamazsınız.
Son yıllarda bu yönde adımlar atıldı. Roketsan, Havelsan ve Aselsan gerçekten iş üretmeye başladı. Yerli üretim olan ATAK helikopteri göz bebeğimiz haline geldi. Her gün gelişen insansız hava aracı modelleri cesaret veriyor. Artık yerli bir piyade tüfeğimiz var. Altay tankı en önemli projelerin başında geliyor.
Bütün bunları bir araya koyduğunuzda bir ilerleme kaydettiğimiz görünüyor.
Tabi daha kat edilecek çok yol var.
Bu projelerin her birinde daha fazla yerlileşme ve gelişme sağlamak zorundayız. Ama bu daha yolun başı. Yatırımlara hem devletin hem de milletin sahip çıkması gerek.