HER TÜRLÜ RENGE GİRER
Öte yandan kalp olumsuz yönde de değişir ve türlü renklere girer. Kur'an'da kalp körlüğünden, kalp kasvetinden ve taşlaşmış yüreklerden bahsedilmiş; kalplerin mühürlenmesi, gerçeği algılamaktan alıkonulması, kilitlenmesi ve üstüne perde çekilmesi üzerinde de durulmuştur. Allah yoldan sapanların kalplerini saptırır, yani insan kendi iradesiyle kötülüğü tercih edip o yönde teşebbüse geçerse Allah da onu kötü yola düşürür. Kalp hem rahmânî hem de şeytânî kuvvetlerin mücadele alanıdır. Hadislerde, "Vücutta bir et parçası vardır; o iyi olursa bütün beden iyi, kötü olursa bütün beden kötü olur, bu et parçası kalbdir" (Buhârî, Îmân, 39); "Allah sizin şeklinize ve malınıza değil kalbinize bakar" (Müslim, Birr, 32) denilmesi, Kur'an'da selim kalbin ve Allah'a gönül vermenin vurgulanması (eş-Şuarâ 26/89) söz konusu görüş birliğinin dayandığı delillerdir.
TÖVBE ET, KALBİNİ TEMİZLE
Allah Resûlü (s.a.v.), kalplerdeki hastalıkların yanında, onların şifa kaynağına da işaret etmiştir. Buna göre eğer insan, kalbi kaskatı kesilmeden, gözlerine perdeler inmeden Rabbi'nin huzuruna vararak samimiyetle, ihlasla, kalbindeki lekelerden utanarak, günahlarının o ağır yükünü boynunda hissederek O'ndan af dilerse ve tekrar dönmemek üzere günahlarına tövbe ederse kendisini arındırmış olur. Her insan günah işleyebilir ancak Peygamberimiz'in ifadesiyle, günah işleyenlerin en hayırlıları tövbe edenlerdir. Hatta tövbe ederek kalbini temizleyen kişi, hiç günahı olmayan kimse gibidir (Tirmizî, Zühd, 61). Hz. Peygamber ölü kalpler taşıyanları, kalplerin sahibi ile tanıştırmıştır. Bir defasında, Peygamberimizin torununu öpüp kokladığına şahit olan Akra' b. Habis, bu durumu hayretle karşılayıp "Sizler çocuklarınızı öper misiniz, hâlbuki biz onları öpüp okşamayız" dediğinde, Allah Rasûlü (s.a.v.) ona, "Allah senin kalbinden merhameti çekip almışsa ben ne yapayım?" diyerek sitem etmiştir (Tirmizî, Salât, 54). Kalbinin katılığından şikâyetçi olan birine, yüreğinin yumuşaması için fakirin ihtiyacını karşılamasını ve yetimin başını okşamasını tavsiye etmiştir. Ebû Dâvûd, Edeb, 58. Kendisine iyilik ve kötülüğün müminin kalbi, selim olan kalptir.
KALP NASIL BOZULUR
Kalb-i selim, Allah'a teslim olup selamet bulmuş kalptir. Hastalıksız kalptir. Kalbi selim, Sevgili Peygamberimiz'in müminin kalbi olarak tanımladığı, "Allah'tan korkan, tertemiz kalptir. Bu kalpte günaha, zulme, kine, hasede yer yoktur" (İbn Mâce, Zühd, 24). İnsanın ahirette selamete ermesi ancak kalbin imarıyla, gönül terbiyesiyle mümkündür. Kalbin şirk, küfür, nifak gibi hastalıklardan salim olmasıyla mümkündür. O gün ne suretlere bakılır, ne de mallara. O gün ancak kalplere ve amellere bakılır (Müslim, Birr ve sıla, 34). "O gün, ne mal fayda verir ne de evlat. Ancak Allah'a kalb-i selim ile gelenler o günde fayda bulur" (eş-Şu'arâ 26/88-89).
Hasan-ı Basrî öğütlerinde şöyle buyurur:
"Kalbler altı şeyden dolayı çürür ve bozulur:
1- Tevbe ederim ümîdiyle günah işlemek.
2- İlim öğrenip gereğince amel etmemek.
3- Hareket ve davranışlarda içten ve samîmî (ihlâslı) olmamak.
4- Allâh'ın verdiği nîmetlerden yararlanıp, şükretmemek.
5- Allâh'ın yarattıkları arasında paylaştırdığı rızka râzı olmamak.
6- Ölüleri defnedip, onlardan ibret almamak."
Kalbin onay vermediği fiillerin isabetsizliğini, Hz. Peygamberle Vâbisa b. Mâ'bed el-Esedî arasında geçen şu konuşma en açık bir şekilde ortaya koyar: "Vâbisa! Herhalde iyiliğin ve günahın ne olduğunu sormak için geldin öyle mi?" deyince Vâbisa: "Evet" dedi. Bunun üzerine Hz. Peygamber yumruğuyla göğsüne dokunarak peş peşe üç kez "Ey Vâbisa! Kalbine danış, kalbine..." buyurduktan sonra: "İyilik, kalbini sükûnete erdiren ve sana huzur veren şeydir. Günah ise, içini tırmalayan ve seni tereddüde düşürendir. İnsanlar sana fetva verseler de evet fetvâ verseler de (bu böyledir)" (Dârimî, Buyû, 2). Mü'mine yakışan, kalbe Allah sevgisini yerleştirmek için onu Allah sevgisinin dışında mal, mülk, para gibi dünyalık şeylerin muhabbetinden uzaklaştırmaktır. Fâni olan her şeyin sevgisi geçici, yalnızca Allah sevgisi bâkîdir.
FITIR SADAKASI CAMİ İNŞAATI IÇIN VERİLEBİLİR Mİ?
FITIR sadakasının geçerlilik şartlarından biri de temliktir. Temlik eşya üzerindeki mülkiyet hakkını veya malî bir hakkı başkasına devretmeyi ifade eder. Cami, okul, köprü, yol vb. yerlere temlik söz konusu olmayacağından fıtır sadakası verilemez.
HİCRETTEN SONRAKI İLK MESCİD: KUBÂ MESCİDIİ
KUBA hicret sırasında Mekke yolu üzerinde Medine'ye 6 mil mesafede bulunan bir köydü. Hicretten sonra Medine'nin gelişimine paralel olarak süratle büyümüş ve şehrin mahallelerinden birisi hâline gelmiştir. Resûl-i Ekrem Mekke'den yola çıkıp on bir günlük yolculuktan sonra Kubâ'da kısa bir süre kaldı. Hz. Peygamber, inşaatında kendisinin de bizzat çalıştığı ilk mescidi yaptırdı. Hz. Peygamber, kıblenin Kâbe'ye çevrilmesinden sonra Mescid-i Kubâ'yı yeniden inşa etmiştir. Kubâ Mescidi'nde namaz kılmayı umreyle eşdeğer gören (İbn Mâce, "İkâmet", 197) Hz. Peygamber Medine'de bulunduğu zamanlar cumartesi, bazen de pazartesi günleri ve Ramazan'ın 17. günü Mescid-i Kubâ'ya giderek namaz kılar, burada verilen Kur'an derslerini denetler, kendisine sorulan soruları cevaplandırırdı. Kur'an'da sözü edilen, ilk günden takvâ üzerine kurulduğu belirtilen mescidin" (et-Tevbe, 9/108) Kubâ Mescidi olduğu kabul edilir.
KALBİNİ YARIP DA MI BAKTIN?
BİR gün Hz. Peygamber, Üsame b. Zeyd'in de içinde bulunduğu askeri bir birliği cihada gönderir. Bu birlik Cüheyne kabilesine sabah vakti baskın yapar ve baskın esnasında Üsame birini yakalar. Yakaladığı adam "La ilahe illallah!" deyiverir. Buna rağmen Üsame adamı öldürür. Fakat daha sonra kalbine bu durumdan kaynaklanan bir şüphe düşer ve hadiseyi Allah Resülü'ne anlatır. Hz. Peygamber, "O, Allah'tan başka ilah yoktur dedi ve sen onu öldürdün, öyle mi!?" diyerek tepki gösterir. Üsame, onun silahtan korkarak "Allah'tan başka ilah yoktur" dediğini söyleyince, Allah Resulü, "Kalbini yarıp da mı baktın ki, doğru söyleyip söylemediğini biliyorsun!" buyurur. Resûl-i Ekrem bu cümleyi o kadar çok tekrar eder ki, Üsame, "Keşke İslam'a o gün girmiş olsaydım." (Müslim, İman, 158) diyerek üzüntüsünü dile getirmekten kendini alamaz.
PROF. DR. ALİ KÖSE