Nasihatname kitabının ilk iki serisini okuyucularıyla buluşturan yazar Alev Alatlı, gündeme dair çok çarpıcı değerlendirmelerde bulundu. bağımsız bir ülke olabilmek için kutuplaşmaları bırakıp helalleşme yoluna gitmemiz gerektiğini söyledi.
Türkiye'nin çok zor bir coğrafyada olduğunu hatırlatan Alatlı, "Çok zor bir coğrafyada petrolü, doğal gazı, sömürgesi olmadan ayakta kalmayı başaran insanlarız... Böyle bir dünya düzeninde işimiz hiç kolay değil! Hem ülkenizi koruyacak, hem dik duracaksınız, hem de komşularınız açken tok uyuyamayacaksınız." ifadelerini kullandı.
İşte Alatlı'nın açıklamalarından satır başları şu şekilde:
- Kadınların başarılı olmaları fazladan çaba gerektiriyor. Bu, edebiyat dünyası için de geçerli mi?
Edebiyat başka alanlara benzemiyor. Başınızda bir amir yok, patron yok. Bu bağlamda, geleneksel erkek baskısı yok, özgürce üretebiliyorsunuz. Tek kısıtlama kendi yarattığınız otosansür. Belki de bu nedenle kadınlar edebiyatta başka hiçbir alanda olmadığı kadar başarılı olmuşlardır. Halide Edip Adıvar, Atatürk'le yaşıttır. 1900 doğumlu Muazzez Tahsin Berkant'ı hatırlayın, Kerime Nadir'i hatırlayın. Benden önceki kuşakta Füruzan, Sevgi Sosyal, Adalet Ağaoğlu var. Benim kuşağımda Tomris Uyar, Duygu Asena, Pınar Kür var. Bir sonraki kuşakta Latife Tekin var. Bu pencereden baktığınızda Cumhuriyet'in başlı başına bir kadın projesi olduğunu hissedersiniz. Karşılaştığım zorluklar kadın olduğumdan değildi. Ben en çok otosansür ile baş etmekte zorlandım.
SONUCA GÖRE ÖNLEM ALINMALI
- Otosansürün kadınlar için daha zorlayıcı olduğunu mu düşünüyorsunuz?
Evet, çünkü geleneksel olarak kadın evin, ocağın, ailenin, mahallenin, kısacası kadim düzenin temsilcisi olarak görülür. Milletin ağzının tadını kaçıracak, hır çıkarma potansiyeli olan eylemlerden uzak durur. Diğer bir deyişle, kültürel iktidarını riske atmamayı yeğler. Gelenek ve görenekleri değiştirmeyi, toplum mühendisliğini erkeklere bırakır. Otosansürü güçlendiren, bu süreklilik duygusu.
- Son günlerde yüreğimizi kanatan kadın cinayetlerine tanık oluyoruz....
Hem de nasıl kanatmak! Öfkeden, üzüntüden boğuluyor insan... Öte yandan az önce söylediğimi yadsıyan bir gelişme değil bu. Kadının geleneksel rolünün dışına çıktığını değerlendiren erkek, ataerkil gücünü yitirmekte olduğunu hissettiğinde dehşete kapılıyor, cinnet getiriyor. Türkiye'nin geleneksel dikişlerini patlattığı bir değişim sürecinden geçtiğini kabul edersiniz. Ne çocuklar, ne de eşler aynı yerde. Kadınların iş ve sosyal hayatta çok daha görünür olmaları erkeği tehdit ediyor.
- Değişim devam ettiği sürece kadın cinayetleri devam eder mi?
Türkiye toplumu yeni bir sosyoekonomik dengeye oturuncaya kadar işimiz zor diyorum. Her şeyden önce araştırmak, sonuca göre önlem almak gerek. Başta MEB ve STK'lar, herkesin elini taşın altına koyması lazım. Davası olan aydınlar harekete geçmeli.
- 'Davası olan aydınlar' sözünüzü biraz açar mısınız?
Toplumun bütününün esenliği için kafa yoran, çözüm üreten, bağcıyı dövmek değil üzüm yemek peşinde olan aydınlardan bahsediyorum. Günümüzde dosyalar mebzul ama dosyaları konsolide eden davalar yok. Bir örnek vereyim... Çocuk yaşta evliliklerin bir dosya olduğunu düşünün. Fuhuşun da bir dosya olduğunu düşünün. Bu dosyaları birleştirip hormonları tavan yapmış bir ergenle ne yapılacağına dair dava yok. Uç bir örnek oldu ama kapsamlı çözümlerden ne kastettiğimi anlatabildiğimi sanıyorum.
ZİHİN DETOKSU YAPTIM
- Eskiden var mıydı?
Çözüm önerilerinin çok daha kapsamlı olduğu bir gerçek. Günümüzde olduğu gibi bölük pörçük çözümler için konuşma yoktu. 1970'lerde sol ve sağ aydınlar, memleketin şimdisini ve geleceğini dert edinmişler, doğru veya yanlış çözümler üretmek peşindeydiler. Şimdi öyle değil, değişim hızı aydınları aştı. Önyargılarımız, yetersizliklerimiz içinde boğulduk. Türkiye'nin rol modelleri kayboldu. Kendi modelimizi oluşturmaktan başka çaremiz yok. Başaramazsak, bağımsız bir ülke olarak ayakta kalamayız.
- 'Nasihatname'de 20 yüzyıllık tarihe perde açıyorsunuz...
Zihin detoksu yapmaya çalışıyorum. Doğduğumuz andan itibaren bize dayatılan bir dünya, daha doğrusu 'dünya yorumu' var. Doğru-yanlış cetvelleri, estetik değerler, müzik, edebiyat var. Geri kalmışlık gibi, varmamız gereken hedefler gibi telkinler var. Her şeyden öte, 'bizden adam olmaz' şeklinde öğrenilmiş çaresizliğimiz var. Geçmişimize hürmeten 'Nasihatname' dediğim kayıtlarda yapmaya çalıştığım; insan yaşamının günümüzdeki değerlere nasıl ulaştığını ortaya dökmek, bir tür fikri takip yani. 2000 itibariyle hakim kültür Batı kültürü, özellikle de Amerikan hegemonyası olduğu için oradan başladım. Mutlak doğru bellediğimiz ama aslında ödünç aldığımız birtakım kavramların, inançların nereden geldiğini dökümlemeye çalıştım. Bir tür yapı-söküm, özgürleşme ve özgürleştirme misyonu. Dediğim gibi ABD'den başladım. Zihni yapılanmalarını deştikçe fesupanallah çektim, ardından hafazanallah diye korktum. 21. yüzyıldaki yaşamınıza avansla girin istedim. Benim kuşağım bu konularda kör cahildi. Siz öyle olmayın.
- Batı'daki tarikatlaşma nasıl bir tehlike arz ediyor?
Her şeyden önce atomizasyona yol açıyor, iki kişiyi bir araya getiremez oluyorsunuz. AB'de 106 adet yeşiller partisi var. Benzeri atomizasyon dinde de var. Sadece Hırıstiyanlık'ta 43 bin tarikatın varlığından söz ediyorlar, 2020'den itibaren 45 bini bulacakmış. Beş yüz yıl öncesini, din savaşlarını, Haçlı Seferleri'ni hatırlayın. Kaç milyon insanın öldüğünü düşünün. İslamofobiyi, sığınmacıları düşünün. Batı'da eskiden kiliselerin ağırlığı vardı, artık ahlaki çizgileri yok. İnsanoğlunun aklı dışında kötülüğü caydırıcı hiçbir şey yok. Gezegenin haline bakarsanız, insan aklından da hayır yok.
ALLAH, BAŞTA ERDOĞAN OLMAK ÜZERE HEPİMİZE YARDIM ETSİN
- Trump gibi liderlere alışmamız mı gerekiyor?
Dua edelim de, Trump'ı mumla aradığımız günler gelmesin. Liyakat kavramı kadük olduğunda siyaseti Berlusconi, Macron, Johnson gibi bitirimler devralıyor. Eskiden Amerikalı akademisyenler alacakaranlık bölgelerin haydut devletlerinden yakınırlar, Esat'tı, Sedat'tı, Kaddafi'ydi; despot liderleri çözümlemeye uğraşırlardı. 2019 itibariyle Amerika'nın kendisi haydut devlet oldu; şantaj, ambargo, ihanet, işkence... Daha da vahimi, Harvard'ı, Columbia'sı, Yale'i pustular, oturuyorlar. Vietnam savaşını durduran entelijensiyadan gık çıkmıyor. 'Özgürlük'ten anladıkları, Ortadoğu petrollerinin üstüne yatmak; 'barış'tan anladıkları çıkarlarının dokunulmazlığı. Böyle bir dünya düzeninde işimiz kolay değil. Hem ülkenizi koruyacaksınız, hem dik duracak, hem de komşunuz açken tok uyuyamayacaksınız. Allah, başta Erdoğan, hepimizin yardımcısı olsun.
BEYAZ-ZENCİ TÜRK KUTUPLAŞMASINI BIRAKIP HELALLEŞME YOLUNA GİDELİM
- "Kendi modelimizi oluşturmaktan başka çare yoktur. Bunu yapamazsak, bağımsız bir ülke olamayız" dediniz. Bunu nasıl başarabiliriz peki?
Evvel emirde, beyaz Türkler, zenci Türkler, 'kutuplaşma' gibi klişeleri bırakıp helalleşme yoluna gitmemiz lazım. 'Bu defa da 'Çaylar benden olsun' noktasına gelmeliyiz. Edebiyattan ekonomiye, güzel sanatlardan siyasete kadar her alanda birbirimizi dinlemeyi, açık sözlü, dürüst ve tutarlı hareket etmeyi öğrenmeliyiz. Bugünden yarına olmaz, uzunca bir süreçtir. Olsun. Türkler iyi niyetli, hoşgörülü insanlardır. Kin tutmaz, adalet yerini bulduğu sürece can düşmanını bile affeder. Çok zor bir coğrafyada petrolü, doğal gazı, sömürgesi olmadan ayakta kalmayı başaran insanlarız. Kültürümüzün kıymetini bilmeli, toplumun temeline yerleştirmeliyiz. Kimin sözüdür, şimdi unuttum: "Birkaç büyük adam yetiştirin, gerisi gelir" derler. Katılırım. (Sabah)