İletişim Başkanı Fahrettin Altun'dan İBB'ye 'Türkçe Kur'an tepkisi geldi. İletişim Başkanı Altun, "İlahî kelamı nüzûluna aykırı bir biçimde, özünden koparırcasına, sözde semâ gösterisi eşliğinde Türkçe okumak "hoşgörü" kelimesiyle ifade edilecek bir olay değildir. Hoşgörü, her inancı özü ve şekli itibarıyla olduğu gibi kabul etmek ve saygı duymaktır." açıklamasında bulundu.
Fahrettin Altun'un açıklamaları şu şekilde:
Türkiye, yaşamış olduğu onca badireye, inanç hürriyetine getirilen onca engelleme ve kısıtlamaya rağmen, bu toprakların değerlerine inanmış kadrolar tarafından uzun yıllar süren meşakkatli mücadelenin ardından yeniden hoşgörü ve demokrasi diyarına dönüştürülmüştür.
Hoşgörü denildiği zaman akla ilk gelen bu toprakların sönmeyen kandili Hazreti Mevlânâ'nın vuslat gecesinde, ne yazık ki bizlere geçmişin kötü hatıralarını yeniden hatırlatacak kahredici bir olay vuku bulmuş, Kur'an'ı Azim'e ve Hz. Mevlânâ'ya büyük bir saygısızlık yapılmıştır.
Türkiye, yaşamış olduğu onca badireye, inanç hürriyetine getirilen onca engelleme ve kısıtlamaya rağmen, bu toprakların değerlerine inanmış kadrolar tarafından uzun yıllar süren meşakkatli mücadelenin ardından yeniden hoşgörü ve demokrasi diyarına dönüştürülmüştür.
— Fahrettin Altun (@fahrettinaltun) December 21, 2020
İlahî kelamı nüzûluna aykırı bir biçimde, özünden koparırcasına, sözde semâ gösterisi eşliğinde Türkçe okumak "hoşgörü" kelimesiyle ifade edilecek bir olay değildir. Hoşgörü, her inancı özü ve şekli itibarıyla olduğu gibi kabul etmek ve saygı duymaktır.
İslâm, özü ve şekliyle bir bütündür. İslâm'ın kaideleri "hoşgörü" kelimesi altında içi boşaltılacak değerler değildir. Bu saygısızlığa sessiz kalamayız. Bu saygısızlığın hangi hesaplarla yapıldığını çok iyi biliyoruz.
Despotik, baskıcı, yasakçı ve her türlü değerin silindiği karanlık geçmişlerini özleyenlere açıkça söylüyoruz; Türkiye, ne pahasına olursa olsun özlemini çektiğiniz o karanlık günlere hiçbir zaman dönmeyecektir.
BARDAKÇI'DAN DİKKAT ÇEKEN YAZI
Konuyu köşesine taşıyan Murat Bardakçı, Kur'an-ı Kerim'in Türkçe okutulmasına tepki gösterdi. Bardakçı, "Kur'an'ı önceki gün Türkçe okutan İBB'ye şimdi çok önemli bir başka iş düşüyor: İstiklâl Mahkemeleri'ni tekrar kurmak" başlıklı yazısında İBB'yi eleştirdi.
İşte Bardakçı'nın o yazısı:
Önceki gece "şeb-i arus", yani Hazreti Mevlânâ'nın vefatının yıldönümüydü...
Her sene 17 Aralık'ta memleketin dört bir tarafından düzenlenen Mevlevî mukabeleleri bu sene pandemi sebebiyle birçok yerde yapılamadı, yapılanlar eskisi kadar şaşaalı olamadı; Konya'da devlet erkânının iştirak ettiği törenler de kısıtlı şekilde icra edildi.
Mevlânâ, çok sayıda eseri ve kendisinden sonra teşekkül eden Mevlevîlikteki seremoninin gözalıcığı sebebiyle artık maalesef bir sektör ve mükemmel bir ticarî vasıtadır! İsmini taşıyan köftecileri, hamamları, seyahat şirketlerini yahut kebapçıları bir tarafa bırakın; Mevlânâ şimdi araştırma ve yazma özürlü ilim fukarasının bile tepe tepe kullandığı bir kaynaktır, yeni uydurulan dünya kadar saçma sapan söz sosyal medyada ona aitmiş gibi yayılmaktadır, hattâ adına vodka bile çıkartılmıştır!
Semâ da ticarî vasıta olmuştur! Defilede, sünnette, konserde, baloda ve durup dururken havaalanında bile semâ edilmektedir; bu organizasyonlara katılan semâzenler birer "döner sermaye"dir. İş turistik hal alıp şipşak semâ edilmesi istenince âyinler kısaltılıp kuşa çevrilmiştir, zira maksat zikir yahut âyin gibi mistik icra değil, Mevlevî Âyini'nden menfaat sağlamaktır.
Mevlevîliğin uzun zamandır böyle istismar edilmesine alışmıştık ama İstanbul Büyükşehir Belediyesi'nin Mevlânâ'nın vefatının 747. yıldönümü münasebetiyle önceki gece Muhsin Ertuğrul Sahnesi'nde düzenlediği ve "Mevlevî mukabelesi" olduğu iddia edilen sefaletin benzerine hiç rastlamamıştık, böyle bir garabet 747 seneden buyana vârolmamıştı!
Unutmamamız ve bilmemiz gerekir: "Mevlevî âyini" ve "semâ" gösteri yahut eğlence vasıtası değil, adı üzerinde, ibadet kimliği taşıyan bir "âyin", yani bir "ritüel"dir; geçmişi asırlar öncesine uzanan, gayet sıkı kuralları olan bir zikir...
Bunun böyle olduğunu kabul edersiniz yahut etmezsiniz, inanırsınız veya inanmazsınız ama asırlar öncesinden bugüne uzanan geleneğe edep gereği saygı göstermek mecburiyeti vardır!
Büyükşehir Belediyesi'nin düzenleyip "Evrensel Mevlânâ Âşıkları Vakfı-EMAV" isimli gruba yaptırttığı ve sadece ismi "Mevlevî mukabelesi" olan programda, Mevlevîliğin yediyüz küsur senelik bütün kuralları yerle bir edilmişti!
Mevlevî mukabeleleri ney taksimi ile başlar, sonra Farsça bir "naat" ve bunu güftesi Farsça olan âyin takip eder, bu sırada semâ edilir, semâda sadece erkekler vardır; âyin tamamlanınca Kur'an, ardından da geleneksel "gülbang" okunur ve mukabele bir dua ile sona erer.
Büyükşehir Belediyesi'nin önceki gün düzenlediği mukabelede işte bütün bu kurallar yerle bir edilmişti! Naat ve âyin Türkçeleştirilmiş, Mevlânâ'nın naatı ve Hüseyin Fahreddin Dede'nin güzelim Acemaşiran Âyini tuhaf bir şekle büründürülmüştü, semâzenlerin ve "mutrıb" denen müzisyenlerin arasında kadınlar da vardı, yani meydanda kadın-erkek beraberdi ve üstüne üstlük Kur'an da Türkçe okundu!
Besmele çekmeyi, "Allahuekber" yahut "Lâ ilâhe illâllah" demeyi zül addedenler bu ibârelerin Türkçesini tercih ettiler; "Sadakallahulazîm"i de "Azîm olan Allah ne güzel, ne doğru söyledi" gibisinden bir garabete çevirdiler.
Kendilerine "Mevlânâ Âşıkları" diyen grubun Mevlevî âyinlerini senelerdir böyle komik ve güdük hâle getirdiği zaten bilindiği için resmî müesseseler bunları ciddiye alıp imkân sağlamıyordu. Ama bu imkânı İstanbul Büyükşehir Belediyesi verdi ve ortaya şimdiye kadar eşi-örneği görülmemiş bir tuhaflık, "mukabele" adı altında böyle bir rezalet çıktı.
Öyle ki, devrimlerin en sert şekilde tatbikine çalışıldığı ve sonradan vazgeçilen "Kur'an'ın Türkçe okunması" denemelerinin hüküm sürdüğü 1934'te bile, İran Şahı Rıza Pehlevî'nin Türkiye ziyareti sırasında Şah için Atatürk'ün talimatı ile okutulan Dede Efendi'ye ait Hüzzam makamındaki Mevlevî âyini Türkçe değil, orijinal dilinde, yani Farsça icra ettirilmişti!
Bu yazdıklarımı okuyup da meseleyi kadınlarla erkeklerin beraber semâ etmelerine yahut Kur'an'ın veya aslı Farsça olan Mevlevî âyininin Türkçe okunmasına karşı çıktığımı söyleyecek olanlara peşinen söyleyeyim:
İnancınız vardır yahut yoktur, bu sizin meselenizdir. Kur'an'ı, ezanı, âyinleri, vesaireyi kendi başınıza veya kendi aranızda canınızın istediği dilde, Arapça, Türkçe, hattâ Japonca, Çince yahut Hotanto lisanında bile okuyabilir; semâ niyetine kadın-erkek hep beraber tepinebilirsiniz. Ama bir "Mevlevî mukabelesi" mevzubahis olduğu takdirde bunun bir "zikir" olduğunu unutmadan yüzlerce senelik geleneklere saygı göstermeniz, hele mukabele resmî bir kurum tarafından düzenlenmiş ise, kuralları itina ile tatbik etmeniz şarttır.
"YA İKTİDAR OLURLARSA?"
İstanbul Büyükşehir Belediyesi'nin Şeb-i Arus'u "Kur'an'ı Türkçe okutma" gibisinden siyasî bir maskaralık hâline getirmesinin ardında iki ihtimal vardır:
İlki, Belediye'nin ve Belediye Başkanı'nın bağlı olduğu partinin, inkılâpların sıkı şekilde tatbike çalışıldığı 1930'lara dönme hevesidir! Ezanın memleketin her yerinde, Kur'an'ın da seçmece camilerde Türkçe okutulduğu, yani ibadet dilinin Türkçe yapılmasına çalışıldığı günlerin hasreti...
Ama, bu işi, seksen küsur sene önce deneyen CHP "Türkçe ezan" ile "Türkçe Kur'an" zorlamasının sebep olduğu nefretin izlerini hâlâ silememişken CHP'li bir belediyenin Kur'an'ı Türkçe okutma hevesinin partisine nasıl büyük zarar vereceğini ve seçmenin "Bu adamlar şimdiden böyle yapıyorlar, demek ki iktidar oldukları takdirde Kur'an okutmayacaklar" diyeceğini düşünmeden böyle bir işe kalkışabileceği aklıma pek yatmıyor...
Dolayısı ile, ortada ikinci bir ihtimal mevcuttur: Şeb-i arus programının ihale edileceği grubun kimin nesi olduğuna ve neyi nasıl yaptığına bakılmamış, "Haydi gelin, Muhsin Ertuğrul Sahnesi'nde şöyle bir dönün" denmiştir ki, bu da halis-muhlis ciddiyetsizliktir, cehalettir ve geleneklere tecavüzdür!
Ama, İstanbul Büyükşehir Belediyesi neticede bir şeb-i arus gecesinin ve Mevlevî âyininin tanınmaz hâle getirilmesine âlet olmuş; Kur'an'ı, naatı, salâtı vesaireyi 90 sene sonra Türkçe okutmuş ve bunu sosyal medyadan övünerek ilân etmiştir!
Bu iş İstanbul Büyükşehir Belediyesi'nde görevli her kimin marifeti ise, o kişiye şimdi çok ama çok daha önemli bir vazife düşmektedir: İstiklâl Mahkemeleri'ni yeniden kurup ibret-i âlem için şöyle birkaç yüz kişiyi sallandırıvermek!
İstanbul Büyükşehir Belediyesi, 1930'ların hızlı inkılâp günlerine dönebilmeyi ancak böyle sağlayabilir!