Türk edebiyatının usta kalemi Alev Alatlı, siyasetten sinemaya kendi yaşamından Hollywood'a kadar pek çok konuda Sabah'a konuştu. "Çok fazla pişmanlığın olmadığı bir hayat geçirdim, ciddi hatalarım olmadı" diyen Alatlı, inançlı bir insan olduğunu, Allah'ın kendisini hep koruyup kolladığını hissettiğini belirtti.
HADİSELERİN DAYATTIĞI SOLCULUK
Siz sola dair tespitler yapan birisiniz. Türkiye'de sol düşüncenin din ile arasında hep bir mesafesi varmış gibi toplumsal bir algı var... Ne düşünüyorsunuz?
Var tabii. Sovyetler Birliği'nde ateizmin resmi devlet dini olduğunu unutmayın. Yoksul halkların sorunlarını çözmede muhafazakârlara kıyasla çok daha iyi reçeteler önermişti. Velâkin ünlü psikiyatrist Irvin Yalom'un demesiyle, 'dinin büyüsü' diye bir kavram vardır, militanlara "Dine gerekli gereksiz bulaşmayın, haddiniz değildir" mealinde nasihat eder. Kaldı ki, solun önerdiği politikaları izlemek için ateist olmaya gerek yoktu, hele de Türkiye'de. Dini bütün insanlar, ateizm hariç sosyalist politikaları kapitalist politikalardan daha fazla yadırgayacak değillerdi. Hristiyan kökenli militanların Katolik Kilise'si ile sorunları vardı, haklı olarak tavır almışlardı. Türk solu onların koşullarını doğru çözümleyemedi. Deyiş yerindeyse; giysiye bize uyacak şekilde tadilât yapamadı, biz de almadık. "Seni aramıza alırız ama Müslüman kimliğini reddetmen lâzım" gibisinden bir önkoşul nasıl olsun.
Sol sizce hâlâ aynı nokta mı, değişmedi mi? Mesela CHP...
CHP sol bir parti değil. Tespitleri doğru yapmamız lazım. İlle de tanımlamam gerekirse, elitist muhafazakar partidir. CHP solculuğunun 'durum politikası' olduğunu düşünürüm. 'Durum komedisi' gibi yani, hadiselerin dayattığı solculuk.
ŞANSLIYIM, YOKSULLUĞU GÖRDÜM
16 Eylül doğum gününüz. Nasıl bir hayat geçirdiniz?
Çok fazla pişmanlığın olmadığı bir hayat geçirdim. Ciddi hatalarım olmadı. Elbette hatalar yaptım ama bunlardan da çabuk dönmeyi bildim. İnançlı bir insanım, Allah'ın beni hep koruduğunu ve kolladığını hissettim hayatım boyunca. Sağlıklı bir bedenim var. Sevmenin ötesinde saydığım, beğendiğim bir kızım var. Şanslıyım, büyük yoksulluğun ne olduğunu gördüm. İyi ki yaşamışım.
TÜRKİYE'NİN KARNI DOYDU
Asker bir babanın kızıyım, İkinci Dünya Harbi'nin ortasında çadırda doğdum. Babamın birliği Ege'de olası bir Alman saldırısına karşı konuşlanmıştı. Annem bana hamile, İstanbul'dan toplanıp yanına geliyor. Çok çalışkan, güçlü bir annem vardı. Gündüz Merkez Bankası'nda çalışır, gece dışarıya dikiş dikerdi. Böyle bir rol modelim olduğu için şanslıyım. Çocukluğum 1950'lerde Doğu'da geçti. O zaman çok büyük yoksulluk vardı, kışın ortasında ödevlerini elektrik direğinin altında yapan arkadaşlarım vardı, evlerinde mum bile olmadığı için. O yoksul Türkiye'den bugünlere geldik, çok şükür. Hızlı bir ekonomik dönüşüm yaşadık. O kadar hızlı olması da beni korkutuyor. Talepler arttı, kıymet bilinmiyor. Zenginlik ve fakirlik hep vardı ama zenginle fakir arasındaki uçurum bu kadar derin değildi. Zenginler varlıklarını teşhir etmezlerdi. Örneğin, biz dışarıda ekmek bile yemezdik, insanların canı ister diye. Şimdi sergiliyorlar zenginliklerini. Bir de tabii koşullar da eskisi gibi değil. Türkiye'nin karnı doydu. Tokuz, çok şükür. Oysa ben eve çamaşıra gelen bir teyze hatırlarım; çocukları açlıktan ağladığında sussunlar diye dövdüğünü anlatırdı. Abartmış olduğunu düşünmek istiyorum ama gördüklerim doğruluyor. Çok şükür, bugün artık açlıktan ziyade açgözlülük var. Açlık görecelidir, mutlak açlık, alınması gereken günlük besinden mahrum olmaktır. Ben gerçek açlığın ne demek olduğunu bizzat yaşadım, gördüm. O yüzden, siyasi bir söylem olarak açlık Türkiye'nin bugünkü koşullarında inandırıcı gelmiyor. Bir de, bizler komşumuz açken tok uyuyamayan insanlarız. Bizde acından ölen kimse olmaz.