Pandemi süreci bütün dünyayı etkilediği gibi Türkiye'yi de etkilemeye devam ederken uluslararası sistem de bir dönüşüm sürecinden geçiyor. Bu dönüşüm sürecini ve Türkiye'nin dış politika vizyonunu Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü Büyükelçi İbrahim Kalın ile konuştuk. Büyükelçi Kalın pandemi sonrası dönemin özelliklerini, Türkiye'nin yeni süreçte nasıl bir dış politika perspektifine sahip olması gerektiğini ve Türkiye-ABD ilişkilerini açıklarken, dış ve güvenlik politikası açısından 2021'in değerlendirmesini yaptı ve 2022'ye ilişkin öngörülerini paylaştı.
Pandemi bütün dünyayı olduğu gibi Türkiye'yi de doğrudan etkiledi. Siz pandemi ile dünya düzeni arasında nasıl bir ilişki görüyorsunuz? Pandemiden önce uluslararası sistemin ortaya çıkan açmazları, pandemiyle beraber nasıl bir hal aldı?
Covid-19 salgını dünya sisteminin kırılganlığını ortaya koyarken uluslararası dayanışmanın önemini de hepimize hatırlattı. Salgının ilk aylarında "Bireysel ve toplumsal hayatlarımızda daha az ile yaşamanın ve yetinmenin mümkün olduğunu öğreniyoruz" diyorduk. Fakat iki alanda da alınması gereken derslerin alındığını düşünmüyorum. Küresel sorunlar ve sınamalar, küresel çözümler ve dolayısıyla küresel dayanışma gerektirir, diyoruz ama bunun pratikte çok fazla bir karşılığı yok. Türkiye gibi birkaç ülke dışında bencil davranmayan ve dünya sorunlarına global bakan ülke sayısı çok az. Salgının başından aşıya erişime kadar her alanda tek taraflı ve hiyerarşik ilişkiler öne çıkıyor. Halbuki gerçek manada küresel bir bakış açısıyla, samimi bir dayanışma ruhuyla ve uzun vadeli bir perspektifle çok önemli dersler çıkartıp mevcut küresel sistemin arızalarını bir nebze de olsa tamir edebiliriz.
Milli dayanıklılık ve yeterlilik ile küresel dayanışma arasındaki altın oranı bulmak için daha fazla mesai harcamamız gerekiyor. Herkesin çıkarının, güvenliğinin, refahının, istikrarının birbirine bağlı olduğu bir dünyada yaşıyoruz. Salgından yasadışı göçe, terörle mücadeleden bölgesel çatışmalara ve savaşlara kadar her sorun alanı, milli imkan ve kabiliyetlerimizi küresel bir bakış açısıyla ve dayanışma ruhuyla tahkim ve takviye etmemiz gerektiğini söylüyor. Ulus-devlet yapılarının alışılagelmiş refleksleriyle hareket edersek ne tehditleri bertaraf etmemiz ne de yeni fırsatları değerlendirmemiz mümkün.
Biz Türkiye olarak milli yeterlilik ve dayanıklılığımızı arttırırken bölgesel ve küresel iş birliğine ve ittifaklara önem vermeye devam edeceğiz.
HERKESİN ÇIKARINA OLAN NOKTADA BULUŞMAK ZOR DEĞİL
Pandemi sonrası dünya düzeninin değişeceğine yönelik farklı tartışmalar yapılmakta. Yeni bir dünya düzeni ve uluslararası sistem mi ortaya çıkıyor? Bu sürece öncülük edecek aktörler kimler olacaktır?
Herkes için adalet, güvenlik ve refah üreten bir küresel sistem kurmak zor ama imkansız değil. Bölgesel savaşların yol açtığı terör ve göç, iklim değişikliği, salgın ve zengin ile fakir arasındaki farkın doğurduğu insani, siyasi ve ekonomik sorunlar, mevcut dünya sisteminin yüzeysel değil kökten değişmesi gerektiğini söylüyor. Merkez güçler konfor alanlarından çıkmak istemiyorlar. Çevreden gelen merkezkaç güçlerin, sistemi dönüştürmeye gücü yetmiyor. Bir detente durumu var. Bunun çok uzun süreceğini sanmıyorum. Bir tarafa doğru evrilmek zorunda. Bilek güreşinde mücadele eden rakip iki kol, nihai güç noktasına ulaştığında büyük bir gerilim ve titreme olur. Şu anda nispeten bu gerilimi yaşıyoruz. Birinin bileğini yahut masayı kırmadan herkesin çıkarına olan bir noktada buluşmak imkansız değil. Bunun için güçlünün uzun vadeli düşünerek bazı imtiyazlarından vazgeçmesi, güçlenmekte olanların da yine uzun vadeli adımlar atarak daha fazla çalışması ve enerjilerini küçük ve kısır gündemlerin içinde tüketmemesi gerekiyor. Bu dönemin öncü aktörleri büyük balıklar değil akıllı ve hızlı hareket edebilen balıklar olacak. Ama bu mücadele sürerken içinde yüzdüğümüz denizin giderek toksik hale gelmesine hep birlikte dur demek zorundayız.
Cumhurbaşkanımız, "dünya beşten büyüktür" ve ""daha adil bir dünya mümkün" derken, bu temel noktaya dikkat çekiyor. Herkesin sadece kendini düşündüğü ve ötekini yok saydığı -yahut yutmak istediği- bir dünyada düzen, adalet, erdem ve barış değil orman kanunu hakim olur.
MESELE "ALTIN ORAN"I BULMAK
Küresel ve bölgesel siyasette kapsamlı bir dönüşümle karşı karşıyayız. Türkiye sizce yeni dönemde nasıl bir dış politika perspektifine sahip olmalı?
Türkiye dış politikaya 360 derece perspektifinden bakan bir ülke. Parçası olduğu coğrafya, tarihi birikimi, stratejik öncelikleri, karşı karşıya olduğu bölgesel tehditler ve herkes gibi etkilendiği küresel meydan okumalar, Türkiye ile dünya arasındaki ilişkinin her düzeyde ve her manada dinamik ve çok boyutlu olmasını zorunlu kılıyor. Türkiye ne millilik adına kendini dünyaya kapatabilir ne de küreselleşme adına kendi yerli ve milli duruşundan vazgeçebilir. Bütün mesele -bütün önemli ve asli meselelerde olduğu gibi- altın oranı bulmak.
"Haddini aşan, zıddına döner." İmam Gazali'nin bin yıl önce ifade ettiği bu ilke bize her alanda yol göstermeye devam ediyor. Yerlilik ve milliliği dünyaya kapanmak yahut Türkiye'yi tek bir blokun pasif ve muti bir üyesi haline getirmek olarak anlarsanız, dünyayı ıskalarsınız. Bizim zaman ve mekan tasavvurumuzun derinliği, buna zaten müsaade etmez. Dünyaya Anadolu topraklarından bakan bir kişi Semerkand'dan Saraybosna'ya, Kudüs'ten Marakeş'e kadar uzanan coğrafyayı göz hizasında ve hemen yanı başında görür. Bunu yok sayarak strateji geliştiremezsiniz. Fakat aynı şekilde küreselleşme adına Türkiye'ye yersiz-yurtsuz ve köksüz bir liberal ütopya dayatmaya çalışırsanız yine yanılırsınız. Zira küreselleşme din, millet, kültür, tarih ve medeniyet gibi aidiyet unsurlarını ortadan kaldırmadı. Tersine onları daha güçlü referanslar haline getirdi. Altın oran, bu yapılar ve düzlemler arasındaki bağlantıları, geçişkenlikleri, etkileşimleri doğru bir zemine oturtmakla bulunabilir.
Türkiye, kendi zaman ve mekan tasavvuru ve güç projeksiyonuyla bunu yapmaya çalışıyor. NATO'nun güçlü bir müttefiki olarak, Batı dünyası dışında önemli angajmanlarımız var. AB ile üyelik müzakeresi yaparken ve Avrupa'yla ticaretimizi arttırmamız, Afrika'yla ilişkilerimizi derinleştirmeye mani değil. Orta Asya Türk Cumhuriyetleriyle sahip olduğumuz güçlü bağlar, Rusya'yla iyi ilişkiler kurmamıza engel değil.