Ahmet Özhan 55 yıllık dostu Ömer Tuğrul İnançer'i anlattı: Abim, rehberim ve arkadaşımdı

Geçtiğimiz hafta son yolculuğuna uğurlanan mutasavvıf, yazar, fikir ve musiki adamı Ömer Tuğrul İnançer'in en yakın dostu Türk müziğinin usta ismi Ahmet Özhan, 55 yıllık arkadaşı, kendi tabiriyle "abisi ve rehberi"ni anlattı.

takvim.com.tr takvim.com.tr
Giriş Tarihi :11 Eylül 2022 , 09:00 Güncelleme Tarihi :11 Eylül 2022 , 12:02
Ahmet Özhan 55 yıllık dostu Ömer Tuğrul İnançer’i anlattı: Abim, rehberim ve arkadaşımdı

İÇİNDEKİLER

Ömer Tuğrul İnançer, Türkiye'nin manevi büyüklerinden, zarafet sahibi ariflerindendi. Geçen hafta son yolcuğuna uğurladığımız mutasavvıf, yazar, musiki ve düşünce adamı İnançer, Klasik Türk Müziği'nin usta ismi Ahmet Özhan'ın da yakın dostu, yol arkadaşıydı.

Özhan, kederi kalbinde tazeliğini korumasına rağmen, büyük bir incelikle röportaj teklifimizi geri çevirmedi ve kendi tabiriyle 'abisi ve rehberi' olan İnançer'in iç dünyasını ve İslam'a olan hizmetlerini anlattı.

- O ilk anı hatırlıyor musunuz, Tuğrul Bey'le tanışmanız nasıl oldu? Dostluğunuz nasıl gelişti ve zaman içinde nerelere yol aldı?
- Tuğrul Bey'le tanışmamız 1967 senesinden başlar. Ben 17 yaşındayken İstanbul Belediye Konservatuvarı Türk Müziği bölümüne intisap etmiştim. O dönemde eş zamanlı olarak Üsküdar Musiki Cemiyeti'ne gitmemin fevkalade faydalı olacağı kanaatindeydi büyüklerim. Netice itibarıyla Üsküdar Musiki Cemiyeti'ne Recep Birgit'in vasıtasıyla gitmek üzere yola çıktım. Üsküdar'da Doğancılar yokuşundaki binaya cemiyet yeni taşınmıştı. Daha önceden Üsküdar Meydanı'nda ahşap bir binadaymışlar. Kapıyı çaldım, kapı açıldı, içeri girdim "Emin Ongan Hoca ile görüşmek istiyorum" dedim. Meğer o gün bana kapıyı açan sevgili arkadaşım, abim, rehberim ve mürşidim olacak olan Tuğrul Bey'miş. O hatırlıyordu... İşte böyle bir tanışma hikayemiz var. O günden sonra göçeceği son güne kadar hiç ayrılmadan ben hayatımı onunla birlikte yaşamış bir insanım. Bu dostluk şahsi arkadaşlıktan manevi alışverişlere kadar yürüdü. Kültürel alanda, manevi alanda, sosyal alanda birçok şeyi birlikte yapmak gibi bir şansım oldu. Yani hayatımın her döneminde, her kulvarında mutlaka onun varlığı benim referansım, güvencem, mihengim oldu diyebilirim.

- Tuğrul Bey'i bize önce müzik adamı kimliğiyle anlatır mısınız? Musikimize nasıl katkıları oldu?
- Tuğrul Bey'in Türk milletinin bütün sanat dallarına karşı fevkalade büyük bir iştiyakı ve bu iştiyaktan doğan mesaisi, yakınlığı, sevgisi vardı. Musikiye Bursalı olması itibarıyla Bursa Musiki Cemiyeti'yle daha ortaokul lise çağlarında başlamış, sonra kendisi hukuk fakültesine İstanbul'a gelince Bursa'daki abisi ve hocası olan Erdinç Çelikkol vasıtasıyla Üsküdar Musiki Cemiyeti'ne intisap etmiş. Musikiye büyük muhabbeti, saygısı, didaktik bilgisi olan bir kişiydi. O davudi bas sesiyle de fevkalade güzel icraları vardı. Musikinin kadim musikimizin varlığını sürdürmesi ve gerçek değerini bulması adına elinden ne geldiyse yapmıştır. Fevkalade yüksek seviyede musikiyi savunabilecek donanıma sahipti. Kendisi büyük usuller ile kudüm sazına çalışmıştı. Yani bir Mevlevi ayini şerifini devr-i kebir, hafif, zincir gibi büyük usullerle beraber yürütebilecek bir beceriye sahipti. Çok önemlidir, günümüzde büyük usulleri bilen çok az insan vardır, onlardan birisi de kendisiydi. Bir kudüm sanatçısıydı.

- Mutasavvıf kişiliğiyle Türkiye'de ve dünyada sizce İslam'a ve İslam tasavvufuna ne gibi katkıları oldu?
- "Mutasavvıf kişiliği" buyuruyorsunuz. Zaten hayat bundan ibarettir. Tasavvuf Allah'ı, Allah'ın var etmiş olduğu mülkü ve mülkte nasıl davranılacağını, nasıl yaşanılacağını talim eden bir ilimdir. Merhum Tuğrul Bey bu işi görebildiğim kadarıyla dünyada en üst seviyede anlamış ve icra eden bir kişiydi. Tasavvuf demek ahlak-ı Muhammedi demektir. Kendisi ahlak-ı Muhammedi'ye sahip bir kişiydi. Adildi, çalışkandı, bildiğini ve elindekini paylaşmayı çok severdi. Sohbetleriyle kitaplarıyla. Amerika'sından, Avrupa'sından, Rumeli'sinden, Orta Asya'sından dünyanın her köşesine büyük ilgisi ve hizmetleri olmuş ve bıraktığı yoldan da arkasından gelenler mutlaka bu hizmetleri devam ettireceği mesailer ortaya koymuş ve miras bırakmıştır. Bunların açılımı ve kitapları icap ettirir, fasikülleri icap ettirir.

- Bir mütefekkir olarak Tuğrul Bey bize neleri miras bıraktı sizce?
- Mütefekkir olarak bıraktığı miras anlatmakla bitmez. En önem verdiği şey birtakım tehlikelere karşı tedbirler ihdas etmesiydi. "Siz tedbirlerin arkasındaki gerçekleri sakın kaçırmayın, önemli olan tedbirlerin arkasındaki gerçeklerdir" derdi. Yani "Her halükarda yapılan adet haline gelmiş şeylerin ötesindeki gerçek manayı Cenab-ı Hak'kın zat sıfat ve esmasına çıkan yolu mutlaka tefekkür edin, bulun ve tedbiri uygulamakla beraber hakikati hiçbir zaman göz ardı etmeyin" demesi bizler için büyük bir şiar olmuştur. Eşyanın gerçek hakikatini anlayabilmek adına böyle düşünmek ve böyle davranmak onun bize bırakmış olduğu en büyük mirastır. Bir de yorulmak bilmezdi. Tatil meselesine inanmazdı. "Tatil ne demek, işte yorulmuş da dinleniyormuş. Yahu tarih okuyorsan, yorulduysan coğrafya oku dinlen" derdi. Yani her an, çalışmaktan, üretmekten, donanmaktan ve donanımlarını paylaşmaktan yana bir hayat yaşamıştı. Bize de miras bıraktığı en önemli şey çalışmak ve meselelerin künhüne vakıf olmaktır diyebilirim.

- Tuğrul Bey bir dost olarak nasıl biriydi sizin için? Hayatınızdaki yerini nasıl tarif edersiniz?
- Tuğrul Bey evvela benim ilk tanıştığımız zamanlarda ismiyle hitap ettiğim arkadaşımdı. Sonra onun halindeki olgunluk, donanım ve vakar ona abi dememi icap ettirdi. O benim maneviyat yolunda rehberimdi ve o benim mürşidimdi, aydınlatıcımdı. Bütün bunların yanı sıra bir çocuk kalbi kadar saf, berrak bir gönlü vardı. Her şeye ayak uydururdu, yeter ki şer'i şerife uygun olsun. Neşeliydi, gülmeyi severdi, güldüren insanları severdi. Tabii ki gaflete sürüklenmemek sınırında durabilmek şartıyla, bunu da gözetirdi. Çok mütevazıydı, çok kalenderdi. Onunlayken sıkılmazdın, o her konuda sana büyük destek olur ferahlık verirdi ve bunu yaparken de fevkalade vakarlı bir duruşu vardı. Yani kibriya sahibiydi, kibirli değildi. Bu iki kavramın farkını sizlerin irfanına terk ediyorum. Küçük çocukların ağlamasına hiç dayanamazdı, çocukların sevinmesine o da çok sevinirdi, mahzun olmalarına hiç tahammül edemezdi. Anlatmakla bitmez ve satırlara sığmaz.

SIRTIMI HEP ONA YASLAMIŞTIM
Ben hâlâ algılayabilmiş değilim, hâlâ o yerinde, her an bize "Çocuklar şöyle yapalım, böyle yapalım" diyecek gibilerinden bir beklenti içindeyim. Her anı birlikte yaşanmış bir 55 sene... Beraber devlet toplulukları kurduk, dünyayı dolaştık, sahnelerde hizmet ettik. Yeri geldi konuşmacı oldu, yeri geldi bendir çaldı ama her zaman yanımızda oldu. Her zaman desteğimiz, aydınlatıcımız, soracağımız ve dayanacağımız bir insan olarak güvencemiz oldu. Her zaman sırtımı ona dayamışım, şimdi arka tarafa dayanmaya korkuyorum, çünkü dayanacağım yer yok düşerim aksi takdirde. Allah onun maneviyatıyla yine yanımızda olduğunu ve her işimize destek olduğunu bize düşündürsün ve bir şekilde onsuz değil onunlaymış gibi bir hayat yaşamayı, hizmete devam etmeyi nasip etsin inşallah.

PERŞEMBE GECESİ SALA VERME ADETİ, ONUNLA GERİ GELDİ
Bugün perşembeyi cumaya bağlayan akşamlar sala okunuyor ise çok uzun yıllardan beri İstanbul'da unutulmuş olan bu adetin tekrar gündeme gelmesi onun uzun yıllar bu konunun üzerinde durması, bıkmadan tekraren insanlara söylemesi, ilgili yerlere iletmesi sayesinde oluşmuştur. Neticede 15 Temmuz'da işte o ezanlarla, o salalarla memleket kurtulmuştur. Yani öyle yerlere parmak basmıştır ki, bütün yurdumuzu, devletimizi ilgilendiren çok hassas ayrıntılara kadar sebep olmuştur onun işareti. Bir de, "Cuma namazının zuhru ahirine gerek var mıdır" sorusuna "Biz namaz kılmaya mı bahane arayacağız kılmamaya mı bahane arayacağız?" derdi.