YERİNİZDEN AYRILMAYIN
Uhud Savaşı'nda Resûlullah, Abdullah b. Cubeyr komutasında bir okçu birliğini, stratejik önemi bulunan bir boğazın yamacına yerleştirmiş ve onlara, "Bizim onları yendiğimizi görseniz bile yerinizden ayrılmayın! Yenildiğimizi görseniz dahi bize yardıma koşmayın!" diye sıkı sıkı tembihlemişti. Buna rağmen, müşriklerin bozguna uğradığını gören bu okçuların birçoğu "Ganimet! Ganimet!" diye bağırmaya başlamışlar, Abdullah b. Cubeyr, onlara Hz. Peygamber'in emrini hatırlatmışsa da, dinlemeyip savaş meydanına inmişlerdi. Arkadan dolanan düşman süvari birliğince etrafı sarılan sahabe, iki taraftan da sıkıştırılarak hezimete uğramıştı. Kur'an'da anlatıldığı üzere onlar, arzuladıkları galibiyeti gördükten sonra za'fa düştüler, (Peygamber'in verdiği) emir konusunda birbirleriyle çekişip isyan ettiler. Kimi dünyayı istiyordu, kimi de ahireti istiyordu. (Âl-i İmran sûresi, âyet: 152). Hz. Peygamber'in, bu okçu birliğine kesinlikle yerlerini terk etmemeleri direktifini vermesine rağmen, onların çoğu, ganimet sevdasıyla, her şeyin bittiğini, maksadın hâsıl olduğunu zannederek bu emri ihlal etmişler, kazanılmış bir zaferin kaçırılmasına, yetmiş kişinin şehit olmasına sebep olmuşlardır. Oysa komutanları Abdullah ile birlikte yerlerinde sebat eden okçular ise, "Biz Allah'ın Resûlü'ne itaat edip, yerlerimizde durur, onun emrini terk etmeyiz" diyerek emre itaati, ahireti ve şehitliği tercih etmişlerdir. İşte Uhud, sahabe için büyük bir imtihan, büyük bir dersti.
OTURARAK NAMAZ KILDI
İki zırh birden giymiş olmasına rağmen, Hz. Peygamber bu savaşta yaralanmış, mübarek dişi kırılmıştı. Hz. Fâtıma, Âişe, Ümmü Eymen, Ümmü Süleym ve Ümmü Umâre'nin de aralarında bulunduğu on veya on dört kadın sahâbî savaş alanına yiyecek ve su getirdi; yaralıların tedavisiyle ilgilendi. Hz. Fâtıma babasının yüzündeki kanları temizlemeye çalıştı ve kanamayı durdurmayı başardı. Hz. Ali, Resûl-i Ekrem'in yaralarını yıkamak için dağdaki tabii havuzlardan kalkanına su doldurarak getirdi. Resûlullah yaralı olduğu için öğle namazını oturarak kıldı; sahâbîler de ona uyup oturarak kıldılar. Şehidler ikişer üçer kişi olarak aynı kabirde kefensiz ve üzerlerindeki elbiselerle birlikte defnedildi. Şehitlerin yanı sıra, Hz. Peygamber'in amcası Hamza'nın şehit edilmekle kalmayıp, vücudunun da parçalanması; Mekkeli zengin bir ailenin çocuğu olan ve Hz. Peygamber tarafından Medine'ye muallim olarak görevlendirilen Mus'ab b. Umeyr'in orada şehit olduktan sonra vücudunu baştan aşağıya kadar örtecek bir örtünün dahi bulunmaması Uhud'un acı hatıralarındandı.
HER YIL ZİYARET ETTİ
Bütün bu acı hatıralara rağmen Hz. Peygamber: "Uhud bizi sever, biz de Uhud'u" diyerek (Buhârî, "Meğazi", 27) düşman saldırılarından dolayı sığındığı ve âdeta bir şahsiyet gibi gördüğü bu kayalık dağa vefa gösteriyor, cansız varlıklarla dahi bir tür sevgi-hürmet ilişkisi kuruyordu. Bir defasında Ebû Zer el-Gıfârî ile birlikte Harre mevkiinde yürürken Uhud dağına bakmış ve, "Ey Ebû Zer! Şu Uhud dağı kadar altınım olsa üç gün sonra borçlarım için ayırdıklarım hariç elimde tek dinar dahi bırakmadan hepsini infak ederdim" buyurmuştur (Müslim, "Zekât", 32). Resûl-i Ekrem Hz. Ebû Bekir, Ömer ve Osman ile birlikte Uhud dağına çıktığı bir sırada dağ sallanınca "Ey Uhud, sakin ol! Senin üzerinde bir peygamber, bir sıddîk ve iki şehid var" demiştir (Buhârî, "Ashâbü'n-nebî", 5). Uhud Dağı'na müslümanların gözünde ayrı bir özellik kazandıran husus, Allah Resûlü (s.a.s.)'nün zikrettiğimiz hadis-i şerifleri ile müslümanların Uhut savaşında bu dağa sığınmış olmalarıdır. Diğer taraftan Peygamber Efendimizin amcası ve İslâm ordusunun en yiğit kahramanlarından Hz. Hamza (r.a.) ve diğer Uhud şehitleri, Uhud şehitliğinde medfun bulunmaktadır. Resûl-i Ekrem, Uhud şehidlerini her yıl ziyaret etmiş, onlara Allah'tan mağfiret dilemiş, vefatına yakın zamanda da şehidlere bir ziyarette bulunmuştur.
PROF. DR. ALİ KÖSE