İnsanlık tarihinde savaşları azaltmak veya doğmasını engellemek için üç ayrı deneme yapıldı. Birincisi Napolyon Savaşları'nın sonunda 1815'te Viyana Kongresi'nde kurulan Avrupa Uyumu sistemiydi.
İkincisi Birinci Dünya Savaşı'nın ardından kurulan Milletler Cemiyeti sistemiydi. Üçüncüs�� İkinci Dünya Savaşı'nın sonunda doğan Birleşmiş Milletler sistemiydi. İnanırsanız şayet hala bu BM düzeni içinde yaşıyoruz.
Dikkat ederseniz bu üç düzenleme de büyük ve topyekûn savaşların ardından doğmuştur. Topyekûn savaş demek sadece profesyonel askerler arasında değil tüm toplumun katılımıyla gerçekleşen savaş demektir. Fransız İhtilali sonrasında kurulan milliyetçi Fransız ordusu diğer orduların da aynı şekilde kurulmasını tetiklemiş ve yüzbinlerce vatandaştan kurulan büyük ordular savaşmıştı. Böyle bir savaşın maliyeti tabii ki 17. Yüzyılın savaşlarıyla kıyaslanamayacak kadar büyüktü. Bu nedenle Avrupalı ülkeler savaşın olmasını engellemek istedi. Viyana Kongresi'ne katılan büyük güçler kendi aralarında zirve diplomasisine dayalı bir sistem kurdular. Bu sistem yüz yıl boyunca yürüdü. Büyük ve merkezi savaşların sayısını azalttı. Ama adaletsizlik üzerine kuruluydu. Büyük güçlerin dünyayı sömürdüğü bir sistemdi.
Birinci Dünya Savaşı bittiğinde bu kez adaleti öne alan ve adaleti sağladığında mutlak barış getireceği düşünülen bir düzen kuruldu. Milletler Cemiyeti tüm devletlerin eşit temsiline dayalıydı. Meclis karar alacak ve bir dünya hükümeti kurulacaktı. Adalet de sağlandığından barış doğacaktı.
Öyle olmadı. Sistemin arkasında büyük güç desteği olmadığı için yirmi yıla kalmadan çöktü gitti. Kimse Milletler Cemiyeti'ni caydırıcı bir unsur olarak görmedi. İkinci Dünya Savaşı patladı.
Savaş sonrası bu iki tecrübenin bir karşımı denendi. Hem adil hem de güçlü olacağı söylendi. Genel Kurul'da her ülke temsil edilecekti.
Güvenlik Konseyi'nde ise büyük güçler olacaktı. Biri adaleti sağlarken diğeri güç desteği olacaktı. Fakat iki örneğin iyi taraflarını almak aynı zamanda kötü taraflarını almak anlamına da gelir. Öyle de oldu.
Hem adaletli hem güçlü olacağı zannedilen BM hem adaletsiz hem güçsüz oldu. Kurulduğu günden bu yan tek başına hiçbir işe yaramadı. Güvenlik Konseyi'ndeki büyük güçlerin birbirini kilitleri ve kendi çıkarlarından başka bir konuyu düşünmedikleri bir kurum ortaya çıktı.
BM'nin işe yaramaz bir kurum olduğu en çok İsrail sorununda ortaya çıktı. İsrail'in her türlü haksızlığa her türlü işgale her türlü katliama imza atsa da BM doğru düzgün bir karar alamadı. Alsa bile uygulayamadı. Amerikan vetosu hep İsrail'in lehine çalıştı. Veya 67 kararı gibi bir karar alınmış olmasına rağmen o da çözüm olmadı. 67 kararı İsrail'in işgal ettiği topraklardan çekilmesini söylediği halde, İsrail bir adım geri atmadı. Bugün hem Amerika hem İsrail Kudüs meselesinde gözümüzün içine baka baka kural tanımamazlığı sürdürüyor. Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın ifadesine göre BM Genel Sekreteri, Erdoğan'ın telefonuna çıkmaktan kaçıyor. Bu durum BM'nin geldiği noktayı göstermeye yeter.
Aslında sistem zaten ölü doğmuştu ama bugün bütünüyle çöktüğü açıkça ortaya çıktı. Varmış gibi davranmaya gerek yok. Bu nedenle hep diyorum ki, BM üzerinden falan hak aramaya gerek yok. Aksine Türkiye BM'nin gereksizliğini göstermede öncülük edebilir. BM eğer Müslüman ülkeleri görmezden geliyorsa, Müslüman ülkeler de onu yok saymanın yollarını bulmalı.