ARTIK sanırım kimsenin şüphesi kalmadı. Türkiye açık bir saldırı altında. Bu kez ekonomik bir saldırı.
Terörle, darbeyle yıkılmayan bir ülkeyi ekonomik saldırıyla devirmeye çalışacaklar. Brunson meselesi veya tüm diğer kriz başlıkları birer bahaneden ibaret. Türkiye'nin karşı karşıya kaldığı durumu fırsata çevirmek isteyen Türkiye karşıtları için çok uygun bir ortam oldu. Geceleri bile dolar spekülasyonu görüyoruz. Bir anda olmayacak derece yükseliyor ve sabaha doğru inişe geçiyor. Gece test edilen seviyeler sabah uygulamaya konuyor.
Spekülasyon için uygun zemini Amerikan hükümeti bilerek yaratıyor.
Hazine ve Maliye Bakanı Berat Albayrak konuyla ilgili çok kapsamlı bir planı anlatırken tam o esnada Trump'ın twit atması tabii ki tesadüf değil.
Bakan'ın açıklamaları döviz üzerinde olumlu bir etki yaratabilir ve piyasalara güven verebilirdi. Ancak müsaade etmediler. Resmen sabote ettiler.
Trump alüminyum ve çelik girişen ek vergi koyduğunu duyurdu. Sonra dolar tekrar ateşlendi. Bunun üzerine artık spekülasyon yapılabilir hale geldi.
Bence artık buraya kadar olanla vakit kaybetmemek lazım. Sadece bir tespit yapmak lazım. Artık liberal hegemonyanın hüküm sürdüğü serbest ticaret ve işbirliği dönemi bitti. Dünya toplu halde merkantalist bir ortama yuvarlanıyor. Liberal değilim ama özellikle merkantalizmi de savunmam. Zira ticaret sayesinde ülkelerin ve insanların refaha kavuşacağını bilirim. Ancak bu liberal ticaret genelde bir tarafı daha karlı çıkartır. Teorik olarak uluslararası ilişkilerde ticaret ve işbirliğinin zengin tarafı daha zengin ettiği bilinir.
Esasında aynı sırada fakir de kazanır.
Ancak fakir zengine oranla daha az kazandığı için fakirle zengin arasındaki mesafe artar. Yani serbest uluslararası ticaret zengini daha zengin kılarken fakiri daha fakir ve daha bağımlı kılar. Normal şartlar altında fakirler bu ticarete devam etmek istemez. Ancak ya zorla ya da alışkanlıklar ve bağımlılıklar nedeniyle fakir ülkeler bu adaletsiz ticarete devam etmek zorunda kalır. Bunlar kimi zaman sömürgecilikle, kimi zaman kapitülasyonlarla, kimi zaman gümrük birliği anlaşmalarıyla olur. Kimi zaman da güçlü devletin sopasıyla sürdürülür.
Ancak zorlayan hep güçlü olur. Bu kez durum biraz farklı Amerika bu dünya düzenini kendi inşa etmiş olsa da kendi yıkıyor. O kadar aç gözlü ki, zayıfın az kazanmasına bile tahammülü yok. Daha da zorluyor. Ve sistemi çökertiyor. Kendine öylesine güveniyor ki, sistemi çökertmekten korkmuyor. Bunun sonunda varılan nokta korumacılık.
Türkiye ani bir şekilde bu rüzgâra yakalandı. Yapılması gereken acilen bu dönüşüme ayak uydurmak.
Korumacı ekonominin tüm kuralları iyi bir biçimde çalışıp kendi üretimi için gerekli maddeler haricinde tüm ithal mallara ciddi bir vergi koyması gerekecek. Yerli üretime hız vermenin ve ülkeden döviz çıkışını engellemenin tek yolu budur. Almadan satmanın yolunu bulmak zorundayız.
Ticareti zenginle değil fakirle yapmaya yönelmeliyiz. Gelişmiş ülkelerden sadece kritik alanlarda ithalata izin vermeliyiz.
Bunun acı ve uzun soluklu bir reçete olduğunun farkındayım.
Aynı zamanda çok hassas biçimde ayarlanması gerektiğini de biliyorum.
Fakat başka çare olmadığını da herkes bilsin. Zor olacak ama Türkiye'nin özgürlüğünü sağlamanın tek yolu da bu. Her şerde bir hayır varsa, bu ekonomik baskı sayesinde siyaseten özgürleşme yolunda olan Türkiye'nin ekonomik özgürlüğünü de başlatabiliriz.
Reelpolitiği öğrendik, korumacı ekonomiyi de öğreneceğiz inşallah. Kolay ekmek yok, ucuz bağımsızlık yok.