TRUMP sadece Türkiye'ye saldırmıyor. Herkese saldırıyor.
Bu nedenle ilk akla gelen mücadele yöntemlerinden birisi Trump'a karşı ittifaklar kurulması ihtimali. Ancak bu maalesef gerçekçi bir beklenti değil.
İçinde bulunduğumuz uluslararası yapı buna müsaade edecek nitelikte değil.
Ülkeler aynı aktörden sıkıntı duysa bile kendi aralarındaki kooperasyon ve koordinasyon sorununu aşamazlar.
Belli olaylar üzerinde ve anlık karşılıklı yardımlaşma mümkün olsa da sürdürülebilir ittifaklar kurmaları veya bunları kurumsallaştırarak Amerika'ya karşı kullanmaları mümkün görünmüyor.
Günümüzün en belirgin özelliği yalnızlık. Her aktör kendi başının çaresine bakacak. Herkes bela benden uzak olsun, öbürüne bulaşsın kolaycılığına sığınacak. Herkes kurnaz biçimde Amerikan karşıtı eylemlerin etrafında dolaşsa da Amerikan baskısı artınca o pozisyonları terk etmek durumunda kalacak. Ne Şangay, ne AB ne de diğerleri Amerikan karşıtlığında bir odak haline gelebilir. Mesela Amerika biraz zorlasa ve biraz planlı gitse, AB'nin içinde Fransa ve Almanya çatlağı bile üretebilir. Veya Amerika'nın Çin'e ticari anlamda yükleniyor oluşu Amerika'dan çok Rusya'nın hoşuna gidiyor. Bu demek değil ki, Rusya ve Çin çeşitli zamanlarda Amerika'ya karşı ortak tavır alamayacak. Alabilirler.
Ancak bu bir olay çerçevesinde olur ve uzun ömürlü olmaz.
Bu nedenle Katar'la Türkiye arasında son dönemde olanları da duygusal bir çerçeveden abartmamak lazım. Evet Katar'ın 15 milyar dolarlık yatırım kararı önemlidir ve başarılı bir adımdır. Ancak bunu Katar'ın Türkiye'ye ahde vefa borcunu ödemesi olarak sunmak birinci yanlıştır. Katar bu yatırımı yaparken hiç de romantik bir zeminden değil gayet rasyonel bir zeminden hareket ediyordu.
Hedefinde Amerika değil Körfez vardı.
Öyle de olacak.
İkincisi, Katar bu meselenin Amerikan karşıtı bir duruma sürüklenmemesi için azami gayret gösterecektir. Veya Amerika Katar'a biraz baskı uyguladığında Katar bambaşka bir tavra geçiş yapabilir.
Doğaldır. Böylesi bir karşılıklı yardımlaşmadan Amerikan karşıtı bir koalisyon inşa ediliyor fikri çıkarmak çok akılcı değil. Ülkeler birbiriyle Amerikan etkisinin az hissedildiği an ve mekanlarda işbirliği yapabilir ancak kritik süreçlere girildiğinde herkes kapsını, penceresini kapatacaktır.
Dolayısıyla böylesi kısıtlı işbirliği süreçlerinden dünyanın stratejik bir dönüşüme uğradığı ve Amerikan karşıtlığının yeni bir düzen kurduğu fikrine kapılmamak lazım. Herkesin kendi başının çaresine bakmak zorunda olduğunu günlerdeyiz.
Türkiye bu tür krizleri Katar'la veya Alman desteğiyle atlatmıyor. Bizzat kendi yönetim tarzıyla atlatıyor ve atlatacak. Brunson krizinde Türkiye'yi kurtaran 15 milyar dolarlık Katar yatırımı değil, toplumun ekonomik baskıyı görmesi ve buna darbe teşebbüsüne direndiği gibi direnme kararı almasıdır. Devletin bu destek sayesinde Amerika'ya karşı en sert cevabı verebilmiş ve tehditlere boyun eğmemiş olmasıdır. Güçlü toplum desteği ve sağlam siyasi irade bu gibi krizleri atlatmanın en önemli aracıdır. Kurtuluş savaşları tek başına verilir. Rusya bir konuda yardım eder ama amacı başkadır. Katar yatırım yapar ama derdi başkadır.
Bunlardan ortak tavır veya ortak kurumlar çıkmaz. Türkiye bu anlamda yapılması gerekenleri başarıyla uyguladı.
İradeli ve dirayetli bir duruşla papaz meselesinde Amerika'yı durdurmayı başardı.
Şimdi bambaşka bir resim çıktı ortaya. Brunson eskiden sadece Halkbank davası için bir kozdu. Şimdi değeri arttı. Amerikan toplumunda daha yaygın biçimde bilinir hale geldi.
Kıymete bindi. Biraz daha Türkiye'de kalır ve biraz daha kıymetlenirse belki FETO'nun iadesi için bile kullanışlı hale gelebilir. Yeter ki Amerikan toplumu zaman içinde bu papazı öbür papazla ilişkilendirmeye başlasın.