Tarihi 6 Nisan 2017

Bir Suriyeli çocuğu daha yaşatmak...

Avrupa Birliği ve Birleşmiş Milletler Brüksel'de Suriye toplantısı düzenlemiş. Toplantıya 70 ülke ve uluslararası kuruluşların temsilcileri katılmış. Toplantıya kınama ve saygı duruşu ile başlamışlar. Esed'in önceki gün İdlib'de kimyasal silahlarla gerçekleştirdiği katliam nedeniyle böyle bir başlangıç uygun görülmüş.
Yani görüntülerini gördüğümüz, vücutlarında bir kurşun yarası bile olmadan, gözleri açık bir şekilde canlarını teslim etmiş, solan bir gül gibi bedenleri sararmış onlarca çocuğun ölümü karşısında öylece dikilmişler, sessizce. Buna saygı duruşu, kınama, hayatını kaybedenleri anma, acıyı paylaşma vesaire gibi isimler verilse de hakikat değişmiyor; Esed kimyasal silah kullanarak çocukları öldürüyor ve dünya hiçbir şey yapmadan izliyor. Sessiz ve hareketsiz izliyor, bakmakla yetiniyor.
Çünkü ölümler, katliamlar onlara dokunmuyor. Batılılar işlerine gitmeye, evlerinde huzur içerisinde yaşamaya, şehirlerinde dolaşmaya, eğlence yerlerinde eğlenmeye devam ediyorlar.
Rahatlarına, huzurlarına, lükslerine dokunmayan bir katliam karşısında da kimyasal silahla çocuklar katledilmiş olsa dahi ayakta mal gibi dikilip sözüm ona saygı duruşunda bulunmaktan başka tepki vermiyorlar.

BATILILAR DURDURAMAZ
En fazla birkaç tane açıklama geliyor;
"Suriye'de savaş suçu işleniyor. Sivilleri hedef alan saldırılar durdurulmalı." Doğrusu bravo! Suriye'de savaş suçu işlendiğini ve sivillerin ölmemesi gerektiğini anlamışlar. Peki o zaman bunu kim durduracak? Batılılar olmaz, onlar durduramaz çünkü onlar meşgul, işleri var; kınamakla meşguller, ayakta dikiliyorlar.
Batı dünyasından fazla beklentiye de girmemek lazım. Materyalist bir zihnin bundan fazla duyarlı olması beklenemez. Kendi refahını, huzurunu, güvenliğini tehdit etmeyen bir katliam için kendi huzurunu bozacak, kendisine maliyet üretecek bir tepki vermez. Zihin devamlı dört işlem halindedir çünkü; 'Ne kazanırım, ne kaybederim.' Zaten kınama ve saygı duruşunu bitirdikten sonra Suriye toplantısı mülteciler gündemi ile devam etmiştir muhtemelen. Mültecileri de yaşadıkları sorunlar, çektikleri acılar, maruz kaldıkları şiddet nedeniyle değil Batı'ya oluşturdukları tehdit nedeniyle gündem yapıyorlar. Avrupa'nın başını ağrıtma ihtimali olmasa mültecileri de uzun uzadıya konuşmazlar.
Sessizce ayakta dikilip, kınayıp geçerler.
Sonra ver elini insan hakları, demokrasi, özgürlükler, şeffaflık... Şeffaf şeffaf katliam işte, tüm dünyanın gözünün önünde!

SİSTEME HAYKIRIŞ
İş başa düşüyor, iş bize yani Türkiye'ye düşüyor. Ülkemizin kapılarını açtığı her bir mülteci Esed'in kimyasal saldırılarından kurtulan bir can anlamına geliyor. Vatandaşın, sivil toplum örgütünün, devletin kasasından Suriyeliler'e giden her bir yardım, sarılan bir yara, doyan bir karın anlamına geliyor. Fırat Kalkanı benzeri operasyonlarda kontrol altına alınan her bir karış toprak Suriyeli bir ailenin güvenle yaşayabileceği bir yuva anlamına geliyor. Batı'nın ikiyüzlülüğünü yüzüne vurduğumuz her bir an daha adil bir dünyaya daha fazla yaklaşıyoruz. Evet bugün 'dünya beşten büyüktür' dediğimizde dünya beşten büyük olmuyor. Ama daha adil bir uluslararası sisteme olan ihtiyacı bir kez daha haykırmış oluyoruz. Türkiye güçlendikçe, kendi iç sorunlarını çözdükçe, ekonomisi büyüdükçe, sanayi üretimi arttıkça, milli geliri yükseldikçe, yerli savunma sanayi geliştikçe daha adil ve çocukların kimyasal saldırı ile sararıp solmadığı bir dünya için adım atmış oluyoruz. Dünya hiçbir zaman cennet olmayacak ve Esed gibi vahşi katiller bitmeyecek. Ama İdlib'li bir çocuk daha bugün hayatta olabilirdi!