İşte Sabah gazetesi yazarı Salih Tuna'nın bugünkü "Muhalifin bu önde gidenini kim besliyor?" başlıklı köşe yazısı:
Öncelikle şunu söyleyeyim, deprem üzerinden "siyasi manevra" yapmaya kalkışmak en hafif tabirle düşüklüktür.
Alevi'si Sünni'si Kürt'ü Türk'ü solcusu sağcısı dinsizi dindarı, ila ahir, hepimiz bu şehrin ahalisiyiz.
Hiçbir deprem şu partili bu partili şu inançlı bu inançsız ayrımı yapmaz. Yapacağı tek ayrım, depreme hazırlıklı olup olmamaktan ibarettir.
Birbirimizi kıyasıya eleştirmemiz aynı şehrin ahalisi olarak aynı deprem tehdidi altında yaşadığımız gerçeğini değiştirmez.
Tehditten de öte kaçınılmaz bir gerçekliktir bu. Hiç beklemediğimiz bir anda belki de hiç gitmediğimiz bir lokasyonda 7'nin üzerinde bir depreme maruz kalacağız.
Bugünden itibaren hangi tedbiri alırsak alalım, depremle gelecek korkunç dramı maalesef hepten yok edemeyiz.
İşte o an birbirimizin elini tutup kaldıracağız. Birbirimize kan verip yaralarımızı saracak, ekmeğimizi bölüp suyumuzu paylaşacağız. Zira aynı şehrin ahalisiyiz yani aynı geminin yolcuları...
Elbette tartışacağız ama bunu da hiçbir zaman unutmayacağız.
Hakikat tartışmaktan doğar. Tevekkeli denmemiş, "Barika-i hakikat müsademe-i efkardan doğar."
Lakin, Cemil Meriç haklı olarak "Hangi barika-i hakikat?" diye sorar. "Zekalar birbiriyle savaşmaz. Kinlerin, peşin hükümlerin, gizli çıkarların savaşı. Ve her mübâriz kendi cephesinde muzaffer..."
Ahvalimiz yazık ki budur.
Birlikte hakikati aramak yerine kendi gerçeklerimizden kendimize pranga yapalım diye 2011'den beri psikolojik harp teknikleriyle toplumu gettolara böldüler.
Kin ve nefret mamulü bu gettolardan kurtulmanın en kestirme yolu birbirimize "yazgılı" olduğumuzu unutmamaktır.
Unutmamak için de hakkaniyet ölçüsüne her daim riayet etmek şarttır
Haklıya haklı diyememek amigoluktan öte algı operatörlerinin operasyon malzemesine dönüşmektir.
Hakkaniyet adalete mündemiçtir. Adalet de çifte standardı kabul etmez
Her konuda bu böyledir. Biri yanlış yapınca görmezden gelip öteki yapınca linç etmek de olmaz.
Mesela, Rasim Ozan Kütahyalı binlerce kez özür dilediği, hatta canlı yayında "eşeklik ettim" dediği müstekreh bir ifadesi nedeniyle linç edildi. Tüm ekranlar ona yasak edildi.
Daha evvel de yarışma programlarının en çok izlenen sunucusu Güner Ümit'e münasebetsiz bir cümlesi nedeniyle (maksadımı aştım, niyetim o değildi yollu onca özür dilediği halde) mavi gökyüzü dar edildi...
Pardon, "Oh olsun onlara, cezalarını çeksinler" mi dediniz?
Peki, "PKK'ya teşekkür etmeliyiz" diyen günümüz Samanyolu TV'sinin Portakal'ına gelince neden susuyorsunuz?
Mehmetçiği katleden terör örgütüne teşekkür etmek çok daha korkunç bir fecaat değil mi?
Susmak şöyle dursun, Soner Yalçın arkadaşımızın ODA TV'si bile her fırsatta bu Amerikan kanalının algı operatörünü arkalıyor. "Haber bülteni sunmuyor, manipülasyon pornosu yapıyor" dediğim için de ABD muhibbi zıpçıktı solcular fakiri hedef gösteriyor.
Bunlar neyin ittifakı içinde bilmiyorum.
Benim bildiğim, mahut medyanın oluşturduğu atmosferden beslenen tarla fareleri cirit atıyor.
Bunlardan biri (Emre Uslu olanı) depremin ardından, "İmamoğlu'nu seçtiniz, belalar gelmeye başladı. Deprem oldu bu yüzden diyen çıkmadı mı henüz?" şeklinde bir tweet attı.
Bu muhalifin önde gidenine...
"Senin Hocaefendin değil miydi 'Erzurum'da yaşadığım için deprem Erzincan'a kaydırıldı' diyen? Senin Today's Zaman'ının genel yayın müdürü değil miydi 'FETÖ'nün dershanelerinin kapatılması yüzünden bu yıl Malatya'da kayısı olmadı / kurt vurdu' diyen? Ve senin o köşe yazarı kankan değil miydi Fetullah'a Türkiye teslim edilmediği için deprem oldu diyen?" şeklinde sorular sormak beyhudedir.
Asıl sorulması gereken şudur:
Muhalifin bu önde gideni hangi Mankurt Yönlendirme Merkezi'nin oluşturduğu sosyolojide sörf yapıyor?