SON günlerde Batı basınına demeç veren akademisyenlerimizi, stratejist veya eski asker, uzman vs olarak görüş bildirenleri görünce gülmekten kendimi alamıyorum. Bazıları o kadar basit kalıyor ki, bunları nasıl ciddiye alıp de soru yöneltiyorlar diye düşünmeden de edemiyorum. Olaylara o kadar sığ ve at gözlüğü ile bakıyorlar ki, şaşırmamak elde değil.
Mesela ABD seçimleri konusunda Batı medyasına hatta Amerika'nın resmi yayın organlarına bile demeç veriyorlar. Biden döneminde Türk-Amerikan ilişkilerini değerlendirip sözü Trump'a getiriyorlar "Biden bizim için kötüydü. Trump ise kötünün iyisi" diyorlar. Halbuki hiç kötünün iyisi olur mu? Kötü kötüdür yahu. Tamam az kötü çok kötü olabilir ama kötünün iyisi asla olmaz. Kötüden iyi veya iyilik asla çıkmaz. Öyle bir hale geliyor ki uzmanlarımız, Trump yönetiminden medet umar noktasına taşıyorlar her şeyi. Sonuçta Trump da Türkiye'yi ihya etmek için başkanlık koltuğuna oturmadı. Onun tek amacı var.
Amerikan muhafazakar ve ulusalcı kanadının politikalarını uygulamak. Amerikan çıkarları için sonuna kadar çaba harcamak. Bugün Türkiye ile çıkarları örtüşüyorsa tabii ki bizimle çalışacak. Ancak örtüşmeyen noktalarda mutlaka arıza çıkaracak. Çünkü adam "Önce ABD" diyen Amerikalı.
Bir önceki başkanlığı döneminde Erdoğan ile gergin günler de yaşamıştı. Bunun nedenini de daha sonra "Erdoğan'ı takdir ediyorum. Önce Türkiye diyor" şeklinde açıklamıştı.
Ülkeler arasında dostluk yoktur. Sadece ve sadece çıkarlar vardır. Eğer çıkarlar aynı noktada birleşiyorsa, diplomatik dil gereği nezaketen "Dostluk"tan bahsedilir. Ancak en yakın dost gibi görünen yarın en büyük düşman olabilir.
1990'lı yıllarda Türkiye'nin NATO parlamenterler grubu başkanlığını yapan bir milletvekili Amerika'ya gittiğinde ilginç konuşmalar yapmıştı.
Amerika'dan ülkemize yardım isterken, üç kuruşluk hibe eski silahı alabilmek için "Bizde bir laf vardır. Pazara kadar değil mezara kadar dostluk. Biz ABD ile mezara kadar dostuz.
Ne olur verin şu silahları" diye yalvarmıştı. Amerikalılar şoke olmuş ve o toplantıdan sonra bir Türk gazetecisine bu şaşkınlığı aktarmışlardı. "Sizin milletvekili mezara kadar dostluktan bahsediyor. Ne demek istiyor?
Hiç ülkeler arasında mezara kadar dostluk olur mu? Biz bunu anlayamadık." demişlerdi.
Bugün Batı dünyasının yaşadığı refah, kanlı sömürü düzeni üzerine kuruludur. Bu refahı kaybetmeme uğruna işlerine yarayan ülkelerde ceset tarlaları kurmaktan hiç kaçınmamış bir zalimler ordusudur onlar. Zalimlerden iyilik beklenmez. Veya zalimin iyisi olmaz. Bunlarla aynı masaya oturmak zorunda kalan tüm devletler, bunu bilmek ve gardını almak zorundadır. Bunun için de mutlaka ve mutlaka güçlü olmak mecburiyetindesiniz.
Eğer gücünüz yoksa, o masalara bile oturtmazlar adamı. Bana son dönemlerde en çok gelen sorulardan biri de "Dünyada büyük zulüm ve sömürü var.
Neden hep kötüler kazanıyor" şeklinde oluyor. İyiler kazanır veya kötüler kazanır diye bir kural yok. Var olan tek kural sadece ve sadece ister iyi olsun, ister kötü, kazanan hep çok çalışan ve güçlü olandır.
Bu yüzden AB yanlış yapmış, İngiltere, Fransa, Almanya ayıp etmiş, ABD çirkinleşmiş diye konuşup eleştirmek yerine çok çalışmak ve güçlü olmak zorundayız. ABD'ye kim başkan olursa olsun biz kendimize bakmak ve uluslararası arenada gücümüzle masaya oturmak zorundayız. Bambaşka, gerilim dolu bir döneme giriyoruz. Ukrayna, Rusya veya İsrail-Gazze savaşlarından Pasifik'e, Çin'e taşınacak bir kaos dönemi kapıda. Çok kutuplu dünyaya doğru giderken, ülkeler hızla silahlanıyor. trilyon dolarlar silah sanayiine akıtılıyor. Rusya GSYH'in yüzde 40'ını savunma sanayiine harcıyor bu sektörde 3.5 milyon kişi çalıştırıyor.
Fransa "ABD'den medet ummayı bırakıp, Avrupa olarak kendi gücümüzü kurma zamanı geldi, geçti" diye dün çağrılar yapıp, Ukrayna'ya ABD olmaksızın da destek olmaktan hatta Rusya ile dolaylı olarak savaştan bahsediyor. ABD'li generaller "Çin bizi silah sanayiinde geçiyor" diye çığlık atarken, Çin yeni gizli silahı dünyanın en büyük bombardıman uçağını tanıtmaya hazırlanıyor. Polonya Devlet Başkanı Duda "Avrupa olarak ABD desteği olmadan Ruslara 3 gün dayanamayız.
Hızla silahlanmalıyız" diyor.
Trump'ın AB ve Çin mallarına vergi uygulayacağını açıklaması üzerine Avrupalı bankacılar ve ekonomistler "Eyvah geriye gideceğiz, battık" feryatları savuruyor. Washington'un Çin mallarına yüzde 60 vergi uygulaması halinde Çin mallarının elde kalmamak için Avrupa pazarını istila edeceği ve bunun da kıtada iflaslara ve çöküşe neden olacağı konusunda adeta tellal bağırtılıyor.
Almanya'nın ilk etapta 200 milyar dolar kaybedeceği, Avrupa'nın tamamının kaç yüz milyar dolar zarar uğrayacağı konusunda adeta toto oynanıyor.
Başlangıçta en az yarım trilyon dolardan bahsediliyor.
Askeri güç çatışmalarının içine "Ekonomik savaş" çanları ekleniyor. Dünyada domino etkisi oluşturacak gergin bir döneme giriyoruz.
Avrupa ekonomisinin Trump vergileri ile resesyona gireceği, küçülmeye başlayacağı bir dönemde canı yananın çığlık atacağı, etrafına saldıracağı, büyük belirsizliklerin yaşanacağı günlerden bahsediyoruz.
Bu günleri önceden gören ve yıllardır Türk Devletleri Topluluğu'ndan tutun, Afrika'ya kadar büyük bir yelpazede açılım yapan Türkiye'nin yeni pazarlara yönelmesi boşuna değil. Silah sanayiine, içimizdeki Batı aşığı takozların her türlü itibarsızlaştırma çılgınlığına rağmen Cumhuriyet tarihimizin en büyük bütçelerini ayırması da hiç tesadüf değil. Tüm dünyayı etkileyecek yeni krizlerden, ekonomik savaşlardan coğrafi ve stratejik konumumuz gereği uzakta kalmamız mümkün değil. O yüzden son günlerde çok konuşulan "İç cephede güçlü olma" söylemleri de büyük bir anlam ifade ediyor.
Bunu anlayabilirsek ve sağlayabilirsek, çok çalışıp güçlü olmayı sürdürürsek, yaşanan her kriz ve kaosun ülkemiz lehine fırsatlara dönmesi de mümkün. Yeter ki bizi "Mezara kadar dost" saflığı ile yöneten, kapılarda bekleyen, "Aman Batı'yı üzmeyelim" sloganını ideal edinmiş monşerlerle bürokrasisini doldurma alışkanlığına sahip eski kafalara yol vermeyelim.
Yeni Türkiye'nin gücünün farkında olalım, çok çalışalım.
İşte o zaman iyiler de kazanır diyebileceğiz.