BİR söz vardır "Şaşıyla yatan şaşı kalkar" diye.
Bunu bir başka alanlara da taşıyabiliriz. Mesela "Teröristle yatan terörle vurularak uyanır" gibi. Cumhurbaşkanı Erdoğan yıllardır uluslararası her platformda "Terörü besleyenler şunu unutmasın. O para ve silah akıttığınız terör bir gün gelir sizi de vurur" diye boşuna söylemiyordu.
Malum Fransız Çimento fabrikası vardı Suriye'de. İç savaşın en şiddetli dönemlerinde makineleri asla stop etmedi.
Çünkü DEAŞ'a milyon dolarlar yatırıyorlardı. Rezillik ve skandal ortaya çıkınca fabrika yöneticileri "Milyon dolarları Fransız istihbaratının bilgisi dahilinde yatırdık terör örgütüne" diye açıklama yaptı.
Fransız istihbaratının bizim Anadolu ajansımızın ortaya çıkardığı belgelerle DEAŞ'la yattığı ortaya çıkmıştı. Ancak o DEAŞ gitti, en büyük eylemlerinden bir bölümünü Fransa'da gerçekleştirdi. Paris'te Bataclan Tiyatrosu'na daldı. Tam 132 kişiyi öldürdü. Fransa'da stadyuma saldırdı, 10 kişiyi katletti. Paris'ta bir restauranta daldı, 18 kişi can verdi. Charlie Hebdo dergisine saldırdı, 11 kişi öldü. Fransa bunun gibi sayısız terör saldırıları ile sarsıldı, çok sayıda kişi hayatını kaybetti.
DEAŞ'ı istihbaratıma bağlayıp yöneteceğim diye milyon dolarlar yağdırıp beslersen, o DEAŞ daha fazla para ister. Musluğu kısarsanız gelir sizi Paris'te vurur.
Veya bir başka istihbarat, örgütü ele geçirince çıkarlar için milyon dolarlara boğduğunuz teröristi yollayıp sizi kalbinizde vurur.
Terörle yatanların ancak bundan başına büyük bela alnaların örnekleri o kadar çoktur ki... Mesela Suriye'yi ele alalım. Yıllarca PKK'yı besledi, hatta elebaşını Şam'da ağırladı. Türkiye'ye karşı kullanıp güya güç kazanacaktı. Bugün O PKK Suriye'yi parçalara ayırmak için Amerikan bayrağı ve CIA-MOSSAD koruması ile petrolün olduğu bölgede Esad'a silah doğrultuyor.
PKK. Milyarlarca dolarını çalıp üzerine bir de bölmeye çalışıyor Lübnan Hizbullah'ını da yıllar önce Suriye kurdu.
İran, kuruluş dönemlerinde Hizbullah'ı kullanmak için Suriye'den izin istiyordu. İç savaş dönemine kadar patron tamamen Suriye'ydi. Ancak iç savaşla birlikte Hizbullah tamamen İran'ın kontrolüne geçti. Suriye rejimi ayakta kalabilmek için İran'a "Ne olur Hizbullah milislerini bana gönder" diye yalvardı. İran, Lübnan'daki binlerce Hizbullah üyesinin içine Afganistan ve Pakistan'dan da binlerce Şii getirip tamamen ele geçirdi.
Binlercesini Suriye'ye gönderdi.
Hizbullah, Suriye'de 500'ün üzerinde üs kurdu. Savaşı, Gazze-Yemen-İran üzerinden yürüten İsrail için Suriye'deki Hizbullah büyük fırsattı. İsrailli Bakan çıkıyor "Kesin sınır diye bir şey yoktur. Aldığımız her yer sınırlarımızdır" diyordu. İsrail de Hizbullah'ı bahane ederek aylardır Suriye'yi bombalıyordu.
"Yaşasın Hizbullah. İyi ki varsın" idi durumlar Siyonist yayılmacılar için. Esad'a bile "Şam'daki sarayını vururuz" diye tehdit edecek kadar Hizbullah sayesinde ellerinde koz vardı.
Suriye'nin başına, kurduğu Hizbullah bela olmuştu. İsrail onu bahane ederek önce Suriye sonra da Irak'a geçerek sınırlarını uzaklara taşımanın, savaşı daha da yaymanın planlarını yapıyordu. Nasıl olsa Amerika diye üzerine semer vurup bindiği bir eşeği vardı.
İran istihbaratı, ele geçirdiği Hizbullah'ın Suriye'deki üslerinin İsrail tarafından durmaksızın vurulması ve binlerce üyesinin öldürülmesi üzerine araştırma başlattı. Bir tuhaflık vardı. İsrail nokta atışı yapıyor, asla hedef şaşmıyordu Suriye'de. Sonunda merkez üssü buldu. Şam'da Esad'ın sarayında müsteşar olarak görev yapan eski bir gazetecinin MOSSAD'a çalıştığını ve tüm Hizbullah üslerinin koordinatlarını bildirdiğini tespit etti. Tahran, Şam'a "Saray'daki müsteşarınız MOSSAD'a çalışıp Hizbullahımızın üslerini yerle bir ettiriyor. Bunu hallet yoksa başına bela olurum" diye ültimatom verdi. Bir hafta sonra Saray'daki müsteşar garip bir kazada ölüverdi. Ancak ne olursa olsun Suriye'nin kurduğu, İran'ın ele geçirdiği Hizbullah adeta İsrail'e "Gel gel" yaparak artık Şam'ın başına belaydı.
İngiliz Reuters, FETÖ'nün okullarında görev yapan ve yurt dışında yaşayan bir profesör ile röportaj yapıyordu. O profesör röportajda kullanışlı FETÖ örgütü için "Lideri öldüğü için zor günler bekliyor. Özellikle Türkiye'deki tabanından çöküş ve kaçış başlayacaktır. Çünkü lidersiz yapamazlar" diyordu.
Asıl mesele ve darbenin ise finans konusunda yaşanacağını söylüyordu. "En büyük finans Türkiye'den geliyordu. Şimdi lider ölünce bağlılık duygusu azalacak ve para akışı kesilecek" diyordu. Ben de bu ilginç röportajı Beyaz Saray'ın resmi yayın organından izliyordum iyi mi? İngiliz'in röportaj yapıp, Amerikan devletinin resmi medyasında gözyaşlarıyla yayınlaması boşuna değildi.
En çok ABD, Almanya ve İngiltere'de kamp kurup, Türkiye'den finans kaynağı kesilecek bir örgüt ne yapacaktı?
Tabii ki ayakta kalabilmek için ABD, İngiltere ve Almanya'dan milyarlarca doları söğüşleyip örgüte aktarmak için kendini yırtacaktı. Bugüne kadar FETÖ'yü besleyen devletler paraya tapıyordu. Besledikleri karga milyarlarca doları artık onardan hüpleyecek demekti.
Başa bela olacak, en ağır yerden yani paradan vuracaktı.
Eyvah idi durumlar. Şimdi istihbarat örgütleri FETÖ'yü ele geçirip finansmanı kontrol etme savaşına girecek. Bu da bölünmeyi zıplatacak.
Türkiye de istese terör örgütlerini besleyip, bir çok ülkenin başına bela edebilirdi.
Ancak bunun ilerleyen yıllarda nelere yol açacağını bilen bir devlet aklına sahibiz. Terörle mücadele ve barış-huzur yolunu seçti daima Ankara. Kim teröristle yatarsa koynunda yılan besler ve bir gün uyurken mutlaka ısırırlar. Nitekim yıllar önce, El Kaide üyesi teröristlerin isimleri ile Ankara'ya geldi birileri. "Bunlarla PKK'nın dağ kadrosu liderlerini iki günde hallederiz 50 milyon dolar karşılığı" dediler. Ankara "Teröre teröristle gitmem" diye reddederek gönderdi o birilerini. İngilizler BBC'de "El Kaide kurucusu İngiliz ajanla röportaj" yayınlıyor, yani "Biz kurduk" diyordu açık açık.
Bir süre sonra "PKK lider kadrosunu halletmek" üzere teklif edilen ve o listede yer alan El Kaide üyelerinin 11 Eylül'de Amerika'da ikiz kulelere saldırdığını gördü Ankara. Dün bir İngiliz yayın organında ilginç bir röportaj vardı. "Öcalan'ı İmralı'da son ziyaret eden kişi" diye tanıtılıyordu bir akademisyen. Ve o akademisyen bakın son görüşmeyle ilgili ne diyordu." Abdullah Öcalan bana dedi ki, 'Ben bu meseleyi çözene kadar benim için dünyada en güvenli yer İmralı'dır.. Hatta ben eğer burada olmasaydım şu anda fiziken canlı değildim' diye ekledi." PKK'yı kuran bile şimdi örgütte karşısında olan bir grubun ve onları destekleyen istihbarat örgütlerinin kendisini öldüreceğini düşünüyor.
Örgütleri bile kurucularının başına bela oluyor. Besleyenleri de siz düşünün!